Mevlevî semâ’ı ve iç anlamı
Derleyen: Prof. Dr. Mehmet Demirci
Semâ sözlükte dinleme, işitme, kulak verme anlamına gelir. İlâhîleri, dînî mûsikîyi, makam ve nağme ile okunan dînî metinleri dinleme ve bundan vecde gelme şeklinde başlamıştır. Terim olarak ise mûsikî heyeti eşliğinde, belli bir düzen dâhilinde dönerek icrâ edilen Mevlevî âyînine semâ denir.
Kubbealtı Lugatı semâ’ı şöyle târif etmiş: “ Mevlevî dervişlerinin ney, kudüm, rebap gibi çalgılar ve okunan ilâhiler eşliğinde tennûre denen bir kıyâfet giyerek belli bir usûle göre ayakta ve kolları iki ya-na açılmış vaziyette dönmeleri ve bu sûretle icrâ ettikleri âyin.”
Hz. Mevlânâ zamânında belli bir nizâma bağlı kalmaksızın dînî ve tasavvûfî bir coşkunluk vesîlesiyle icrâ edilen semâ, sonradan Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’den başlayarak Pîr Âdil Çelebi (ö. 1466) zamânına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizâma bağlanmış; icrâsı öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Yapılışı kısaca şöyledir:
Mutrıb ve semâzenlerin şeyh postunu selâmlayıp, semâhânede yerlerini almalarından sonra şeyh efendi semâhâneye girer, onları selâmlayarak posta oturur.
Semâ Töreni, “Nâ’t-ı Şerîf’le başlar. Nâ’t-ı Şerîf Hz. Muhammed’i öven, Hz. Mevlânâ’nın bir şiiridir. “Itrî”nin bestelediği bu na’t-ı, na’thân ayakta ve sazsız okur.
Na’t’ı, kudüm vuruşları ve bir ney taksimi izler. Taksimden sonra peşrevin başlaması ile şeyh efendi ve semâzenler, semâ meydanında sağdan sola doğru dâirevî bir yürüyüşe başlarlar. Semâ meydanını üç kez dolaşmaktan ibâret olan bu yürüyüşe “Devr-i Veledî” denir. Sultan Veled devri devâmınca, herkes, sessizce Allah ismini (İsm-i Celâl) zikreder.
Semâ meydanının sağ tarafından post hizâsına gelen semâzen, hatt-ı istivâ’ya basmadan ve posta sırt çevirmeden dönerek karşıya geçer. Böylece arkasından gelen semâzenle karşı karşıya gelir. Bir an göz göze gelen iki derviş, aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine baş keserler, buna “Mukābele” denir.
Semâhânenin giriş kapısı ile tam karşıdaki kırmızı post arasında var olduğu kabul edilen bir çizgi, semâhâneyi iki yarım dâireye böler. “Hatt-ı istivâ” denilen bu çizgi, mevlevîlerce kutsal sayılır, derviş burada baş keser yâni başını zarifçe eğer ve hatt-ı istivâ’ya basmadan yürüyüşüne devam eder.
Üçüncü devrin sonunda şeyh efendinin posttaki yerini almasıyla Devr-i Veledî tamamlanır.
Kudümzenbaşının Devr-i Veledî’nin bittiğini îkâz eden vuruşları ile neyzenbaşı kısa bir taksim yapar ve âyin çalınmaya başlar.
Semâzenler üstlerindeki siyah hırkayı çıkarıp, tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve semâ’a başlarlar.
Önce semâzenbaşı şeyhe doğru ilerler ve şeyhin açıkta duran elini, şeyh de eğilerek onun sikkesini öper. Aynı hareketi tekrarlayan her semâzen üç adım yürüyüp semâ’a girer. Omuzları tutmakta olan eller yavaşça aşağıya indirilip, elin dışı vücuda ve sikkeye temas ettirilip omuz hizasından yukarı kadar kaldırılır ve sağ el yukarıya, sol el aşağıya bakacak şekilde semâ edilir. Semâzenin başı hafifçe sağa eğik, yüzü biraz sola dönük, gözleri sol elin başparmağına kısık bir şekilde bakar durumdadır. Bu şekilde son semâzen de semâ’a girdikten sonra, semâzenbaşı şeyhe baş kesip, semâı idâre etmek üzere semâhânede dolaşmaya başlar. Şeyh de postun gerisine çekilip, ayakta durarak semâ’ı izler.
Sema, her birine “selâm” adı verilen dört bölümden oluşur ve semâzenbaşı tarafından idâre edilir.
Dördüncü selâmın başlaması ile “postnişîn” yâni şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan semâ’a girer. Postundan semâ meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider. Buna “Post Semâ’ı” denir.
Bu arada dördüncü selâm bitmiş, son peşrev ve son yürüksemâî çalınmış, son taksim yapılmaktadır.
Şeyhin posttaki yerini almasıyla son taksim de sona erer ve Kur’ân-ı Kerîm’den bir bölüm okunur. Yapılan duâlar, Allah’ın adı olan “Hû” nidâları ile son selâmlaşmalarla semâ töreni sona erer. Şeyh Efendi’den sonra semâzenler ve mutrıp da şeyh postunu selâmlayıp semâhâneyi terk ederler.
Sembolik Anlam:
Önce birkaç terim:
Şeyh: Hz. Mevlânâ’yı temsil eder. Hakîkate varan yolu o bilir; ve bunun için hakîkate varan en kısa yolu temsil eden hatt-ı istivâ’ya yalnızca o basabilir.
Mutrip heyeti: Mevlevîhânelerde âyin sırasında neyzen, kudümzen, âyinhan vb.nin birlikte mûsikî icrâ ettikleri yere “mutrip” veya “mutriphâne”, buradaki mûsikîşinas topluluğuna da “mutrip heyeti” denir.
Neyzen: Ney çalan kimse.
Kudümzen: Kudüm çalan kimse.
Kudümzenbaşı: Mevlevî dergâhlarında kudüm vurarak mutribi yöneten kimse.
Na’than: Naat okuyan kimse.
Semâzen: Mevlevî âyinlerine katılıp semâ eden derviş.
Semâzenbaşı: Mevlevî âyinlerinde semâzenleri kontrol ederek usûlüne uygun şekilde semâ etmelerini sağlayan, semâ’ı yöneten Mevlevî dedesi.
Hırka: Mevlevî hırkası ince kumaştan dikilir, bol cübbeye benzer, kolları hayli geniş ve uzun, ayaklara kadar varan uzunlukta bir üst kıyâfetidir. Genellikle siyah renktedir.
Sikke: Mevlevîlerin başlarına giydikleri, 25-30 santimetre veya biraz daha uzun, silindir şeklinde, dövme keçeden yapılma, bal rengi veya beyaz külâh, mevlevî külâhı.
Tennûre: Mevlevî dervişlerinin giydikleri kolsuz, yakasız, bel kısmı kırmalı ve dar, belden aşağı kısmı gittikçe genişleyen ve ayaklardan biraz yukarıda biten, genellikle beyaz renkli kıyâfet.
Destegül: Mevlevîlerin semâ ederken giydikleri, boyu bel hizâsında, yakasız, göğsü açık, kolları bileklere kadar olan dar gömlek. Semâ ederken açılmaması için sağ eteğinden çıkan bir şeritle beldeki yün kemere bağlanır.
Elifî nemed: Mevlevîlerin tennûre üzerine sardıkları kemerin adı. Buna “kemer” de denir.
Meydân-ı şerif: Semâ yapılan yer, semâhâne. Mevlevî semâhânelerinde ortada dâire şeklinde, kısa parmaklıkla çevrili boş, sâdece semâ yapmak için kullanılan, cilâlı tahtalı bir yer olur, buraya semâzenlerden başkası girmezdi
Hatt-ı istivâ: Giriş kapısı ile tam karşıdaki kırmızı post arasında var olduğu kabul edilen bir çizgi, semâhâneyi iki yarım dâireye böler. “Hatt-ı istivâ” denilen bu çizgi, mevlevîlerce kutsal sayılır ve şeyhten başkası asla üzerine basmaz.
Post: Meydân-ı şerifteki kırmızı posta oturan şeyh Hz. Mevlânâ’yı temsil eder.
*
Mevlevîlik bir tasavvuf kurumudur. Tasavvufun en meşhur târiflerinden biri şöyledir: “Tasavvuf, Hakk’ın seni senlikten öldürmesi, kendisiyle diriltmesidir.” Yâni kişinin zaaflarından, bencilliğinden ve beşeriyetinden sıyrılarak, üstün bir yaşayışa, âdeta ilâhî bir kişiliğe yükselmesi, kendisinden fânî ve Hak’la bâkî olmasıdır.
“Ölmeden önce ölünüz” sözüyle kasdedilen fizîkî ölüm değildir. Kişinin rûhî bağımsızlığına engel olan ve yaradılışından getirdiği kötü huylarını öldürmesi, yâni etkisiz hâle getirmesidir. Onların yerine ise iyi huylar konacaktır. Boşalmadan dolmak, mânen ölmeden mânen dirilmek yoktur.
Semâdaki kıyâfetlere bu mânâyı çağrıştıran sembolik anlamalar yüklenir. Şöyle ki:
Böyle bir ölme ve olma, yâni olgunlaşma yolcusu olan mevlevî dervişinin:
- Başındaki sikkesi mezar taşı,
- Giydiği tennuresi kefeni,
- Sırtındaki hırkası
Yâni o, bu kıyâfetle “ölmeden evvel ölmek” denen olgunlaşma yoluna tâlip olmuş demektir.
Semâ ve Yaradılış
Bir anlayışa göre Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Ben gizli bir hazîne idim, bilinmeyi sevdim (bilinmek istedim). Beni bilsinler, tanısınlar diye mahlûkātı yarattım.”
Semâ naatla başlar. Na’t Hz. Peygamber’e övgü sözleridir. Tasavvufî telâkkîye göre Peygamber Efendimiz’in nûru, ilk yaratılan varlıktır ve kâinat onun yüzü suyu hürmetine var edilmiştir. O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Naat bunu hatırlatır.
Sema’ sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan- ı Kâmil” e doğru yönelişini ifâde eder. Sema’da bu hilkat ve oluş sürecini temsil eden yönler yer alır.
Na’t’ı, kudüm vuruşları izler. Kudümün ilk vuruşu Cenâb-ı Hakk’ın kâinata “ol” emridir. Kur’ân’da şöyle denir: “Allah bir şeyi diledi mi ona “ol!” der ve hemen oluverir.”( Yâsîn sûresi 36/82) İşte kudümün sesi de sanki bunu çağrıştırır. Allah, insanın önce cansız bedenini yaratmış, sonra ona kendi rûhundan üfleyerek diriltmiştir. Naat’dan sonra yapılan ney taksimi işte bu ilâhî nefesi temsîl eder.
Kâinâtın yaratılmasından asıl maksat “insan”ın var olmasıdır. Bu mâcerâ kısaca iniş (nüzûl) ve yükseliş (urûc) yarım dâirelerinden (kavs) oluşur. İnişte asıldan ayrılma, maddî âleme inme söz konusudur. Çıkışta ise kemâle erme, tekrar asla dönme gerçekleşir.
Semâhâne kâinâtı temsil eder; sağ tarafı görünen ve bilinen madde âlemi, sol taraf mânâ âlemidir. Posttan sağa doğru hareket, yücelikten düşüşe gidiş (ulvîden süflîye) hatt-ı istivânın sonundan posta doğru hareket düşüşten yüceliğe yükseliştir ki, “seyr ü sülûk” denen mânevî olgunluğa erişme yolculuğunu da anlatır.
İşte bu oluşa katılan semâzen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakîkate doğar kollarını bağlayarak 1 rakamını temsil eder. Böylece Allah’ın birliğine şehâdet eder.
Birinci selâm, insanın kendi kulluğunu idrâk etmesidir.
İkinci selâm, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifâde eder.
Üçüncü selâm bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir.
Dördüncü selâm ise insanın yaratılıştaki vazîfesine yâni kulluğa dönüşüdür. En yüce makam, kulluktur.
Semâ esnâsında, direk denen ve yerden kaldırılmayan sol ayağın etrafında döndürülen sağ ayağa ve bu ayak etrâfında sola doğru bir kere dönüşe “çarh” denir. Semâ ederken semâzen her çarh’da Allah ismini (ism- i celâl) söyler ve her selâmın anlamını düşünür. Amaç mekanik, gösteri niyetiyle ve bilinçsizce dönmek değildir. Semâ ederken ibâdet vecdini ve Allah’ı anma hâlini yakalamaya çalışmak esastır.
Mekân ve hareketlerin anlamı
Semâ için şu îzahlar da yapılır: Semâhâne dâire şeklinde bir alandır ve kâinâtı sembolize eder. Şeyhin oturduğu kırmızı post Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî’nin makāmı sayılır ve şeyh efendi vekâleten bu makāma oturur. Kırmızı renk ‘vuslat’ yâni Allah’a kavuşma rengidir. Hz. Mevlânâ güneş batarken Allah’a kavuşmuştur. Bilindiği gibi güneş batarken de doğarken de gökyüzü kırmızı bir renk alır. İşte şeyh postunun kırmızı rengi maddî dünyâdan batışı, mânevî dünyâya doğuşu temsil eder.
Semâzenin bâzı hareketlerine gelince: Semâ hey’etindeki herkes oturur ve kalkarken secde eder gibi yeri öper. Aslında bu öpüş dervişlik âdâbında hayâtın her safhasında uygulanan genel bir kuraldır. Bu inanıştaki bir kimse, eline aldığı her şeyi: meselâ su içeceği vakit bardağı, kendisine sunulan kahve fincanını; yatacağı vakit ve kalktığı zaman yastığını ve yorganını; giyer ve çıkarırken çamaşırının, gömleğinin, elbisesinin yakasını, sikkesinin kenarını; üflemeye başlarken neyini; otururken ve kalkarken yeri öper. Bu öpüşe “görüşmek” denir. Bu suretle, her şeyin, tek ve mutlak varlığın tezâhürü olduğunu düşünür. Bu düşünce şükür ve zikir ( Hakk’ı anma ve hatırlama) duygusunu canlı tutar.
Semâzen semâ başlarken hırkasını çıkarır ve mânevî bir temizliğe adım atmış olur. Semâzenin, kolları çapraz bağlı olarak duruşu Allah’ın birliğini ifâde eder. Kollarını iki yana açarak sağdan sola dönerken âdeta kâinâtı bütün kalbiyle kucaklar gibidir.
Semâ ederken semâzenin sağ eli duâ durumunda, rahmete açılmış, gelen rahmet de sol el ile halka saçılmıştır. Bu “Hiçbir şeyi kendimize mâl etmeyiz. Hak’tan alır halka veririz. Biz sâdece görünüşte var olan, bir vâsıtadan, bir sûretten başka bir şey değiliz.” demektir. Yine bu, “Göğe ağarız, yere yağarız, biz âleme rahmetiz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed (sav)de yok oluruz. O’nun mübârek ayakları altında toz oluruz.” demektir.
Allah’ın kâinatı yaratışındaki “Ol” (kün) emrini sembolize eden kudüm sesinin ardından ilâhî nefes olan ney sesi duyulur. Kâinat oluşmuş ve can bulmuştur.
Şeyh efendinin önderliğindeki semâzenler semâhânenin etrâfında dâirevî bir yol izleyerek yürürler. Her bir dâirenin ilk yarısı maddî dünyâyı ikinci yarısı mânevî dünyâyı sembolize eder. Sultan Veled devri denen bu üç devir mânevî bir yolcululuğa hazırlanıştır. Semâzen aynı zamanda nefis sembolü olan hırkasını çıkarır ve şeyhinden izin alarak semâ’a başlar.
Şöyle bir îzah da vardır:
Ney, “İnsân-ı kâmil”dir. Ney’in üflenmesi, İsrâfil’in “Sûr”u üflemesidir. Kalkarken yere el vurmak hem “olma”nın, hem Sûr’u işitince kabirden kalkmanın sembolüdür. Sultan Veled devrindeki üç tur, “İlm-el yakîn, ayne’l yakîn, hakka’l yakîn” denen bilme, görme ve olma, bir başka ifâdeyle “biliş, buluş, oluş” mertebelerine işârettir.
Sûr’un üflenmesiyle canlanarak kabirlerinden kalkanlar şaşkın şaşkın nereye ve nasıl gideceklerini arayıp durmazlar. Onlar, insân-ı kâmili temsil eden Şeyh Efendinin peşine takılıp, onun gittiği yoldan, adımlarını onun gibi atarak kurtuluşa eren yolu bulurlar. Sultan Veled devrindeki yürüyüş bunu temsil eder. Dört selâm, şerîat, tarîkat, mârifet ve hakîkat kademelerini anlatmaktadır.
Dördüncü selâmda; Allah’ın tek ve gerçek varlığı ile var oluş olan, vahdet durağından kıpırdamadan, ayak direyerek duruş, anlatılmaktadır.
Semâ ve gök cisimleri
Semâ hareketi ile gökyüzü ve yıldızlar arasında da paralellik kurulur:
Devr-i Veledî, bütün kâinâtı kaplayan göğün dokuzuncu katında (felek-i atlas) dönüşe benzer :
Sultan Veled devri denen bu üç devir mânevi bir yolcululuğa hazırlanıştır. Semâzen nefis sembolü olan hırkasını çıkarır ve şeyhinden izin alarak Semâ’a başlar.
Birinci selâm sâbit yıldızların (sâbiteler) bulunduğu gök katını temsil eder.
İkinci selâm, güneşin bulunduğu gök katını temsil eder. Üçüncü selâm, ay göğündeki dönüşü temsil eder.
Bunlardan her birinin bir takım derin ve mânevî açıklamaları yapılır.
Dördüncü selâmdan sonraki hareketin bu âlemde benzeri yoktur ve bu dönüş insana mahsustur. Bu safhada varlık içinde yok oluşa erişilir. Bu selâmda şeyh de semâ’a katılır.
Semâzenler, Devri-i Veledî’de sâbit yıldızlara, semâ ederken ise gezegenlere benzerler. Bu devrin gökleri, yıldızları ve mevâlid-i selâse denen mâden, bitki ve hayvan alemlerini temsil ettiği de söylenir.
Yahya Kemal “Şevk” isimli rubâîsinde bir semâ âyinini tasvir eder:
Seyreylediğin semâ-ı Mevlânâ’dır
Devreyleyen ecrâm-ı cihân-ârâdır
Sağ elden uzattıkları peymânelere
Gülrenk sebûlardan akan sahbâdır
“Seyretmekte olduğun bir mevlevî semâ’ıdır. Ortada hem kendi etraflarında, hem de semâhâne dâiresi boyunca vecd içinde sessizce dönmekte olan semâzenler, gökyüzünde ışık saçarak kâinâtı süsleyen yıldızlar gibidir. Onların sağ elleriyle uzattıkları kadehlere gül renkli testilerden ilâhi aşk şarâbı akmaktadır.”
*
Semâ sırasındaki hem kendi çevresinde hem de meydandaki dönüş hareketi bir takım çağrışımlara yol açar:
İnsanlar eskiden beri, bir şeyleri isterken yalvararak dönmüşler, istekleri olunca sevinip yine dönmüşler, ruhlarının coşkusunu dönerek, semâ ederek ifâde etmişlerdir. Târihe bakarsak, insan oğlu ilk gününden bu güne coşkulu duygularını bir şekilde dönerek ifâde etmiştir denebilir.
Mevlevî mukābelesinin, dünyânın ve ayın, güneşin çevresindeki dönüşünü, vücuttaki kanın kalp etrâfında dönüşünü, atomların içerisindeki elektronların dönüşünü hatırlattığı da söylenir.
İşte semâ, bu tabiî, beşerî ve evrensel hareketin daha estetik ölçülerle, seviyeli bir mûsikî eşliğinde, son derece ulvî duygularla ve ibâdet şevkiyle uygulanmasıdır denebilir.
Array
KUBBEALTI AKADEMİ MECMUASI, sayı 143, yıl 36/4, Ekim 2007
#Mehmet DEMİRCİ