NEYİN DİLİYLE KALEMİN SİMGESEL ANLATIMI
Ahmet TANYILDIZ
Özet: Mesnevî”nin ilk 18 beytinde, ezelî cânipten ayrılığı hikâye eden neyin, benzetildiği unsurlardan biri de kalemdir. Kimi Mesnevî şârihleri, evrenin yaratılmasına vesile olan nûr-ı Muhammedî”den, yazma aracı olan somut nesneye uzanan çizgide kalem simgesini, neyin teşbih edildiği bir kavram olarak kullanırlar. Bu çalışmada çeşitli şerhlerden hareketle, ney istiaresiyle verilen kalemin, levh-i mahfûz, insân-ı kâmil ve hakîkat-ı Muhammedî ile bağlantısı değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Ney, Kalem, İnsân-ı Kâmil, Hakîkat-ı Muhammedî
Giriş
Eserini kaleme alan sanatkâr ve eserle muhatap olan okuyucu/dinleyici, belli bir amaç taşır. Sanatkâr, benimsediği düşünceleri muhatabına sunarken kuru ifadeler yerine, sözünü birtakım istiare ve mecazlarla tezyin ederek okuyucu/dinleyiciyi etkilemek ister. Bu sebepledir ki ortaya çıkan eser, sanat eseri olma hüviyeti kazanır. Muhatap da kendisine sunulan eserde, bu durumu bir tercih sebebi sayar. Mevlânâ”nın ölümsüz eseri Mesnevî“ye de bu zaviyeden bakmak mümkündür. Mevlânâ, bir durumu anlatırken, anlatımı güzelleştirmek ve meselenin zihinde daha kolay yer edinebilmesini sağlamak için çeşitli temsillere başvurur. Mesnevî”nin ilk on sekiz beytinde kamışlıktan kesilen neyin öyküsü, istiare yoluyla; insân-ı kâmilin, Hz. Peygamber”in, Hz. Adem”in, kalemin veya bizzat Mevlânâ”nın durumunu yansıtır.
Çeşitli zamanlarda yazılan Mesnevî şerhlerinde ney, okuyucuya çok farklı benzetmelerle sunulur. Bu benzetmeler genel olarak; çalgı aleti olan ney, insanoğlunun atası Hz. Adem, evrenin yaratılmasına vesile olan Hz. Muhammed, ideal insan örneği mürşid(insan-ı kâmil), Mevlânâ, mü”min, âşık, gönül, kalem ve Mesnevî“dir(1).Temsilî anlamda yukarıda sıralanan kavramlardan başka; âşığın varmak istediği nihâî nokta olan mahbûbun makâmı ve âşığa sunulan kadeh şeklinde de tasvir edilebilir. (2) Bu benzetmeler, Mesnevî merkezli olmak kaydıyla, neyin çok çeşitli istiarelerle ele alındığının göstergeleridir.
Kimi şerhlerde ney kalem olarak düşünülür. Yapısı itibarıyla ney ve kalemin, aynı maddeden üretilebilmesinden yola çıkarak, bu iki nesneyi benzerlik ilişkisi içinde görmek akla uzak değildir. Ancak şerhlerde -özellikle Ankaravî”de- bununla yetinilmez. Soyut anlamda insân-ı kâmil benzerliğinden sonra neyin teşbih edildiği ikinci ana unsur, tüm unsurlarıyla kalemdir. Neye benzetilen kalem, hâl ve kâl dili ile konuşturulur ve muhataba birtakım mesajların iletilmesine vasıta kılınır. Daha sonra kalem, kâmil velîye ve fâzıl mürşide benzetilir. Ayrıca benzetme yoluyla kalem-i a”lâ ele alınır ki bu da Ankaravî”ye göre hakîkat-ı Muhammedî“dir.
Ney-Kalem
Ney-kalem ilişkisinde birinci basamak, neyin maddî yönü ve bir çalgı olma özelliğidir. Nây kavramı, muhaffefi ney ile farklı anlamlara gelebilir. Bursevî”nin Lügat-ı Hüsâmî“den aktardığı kâmış neydür düdük nây mısraı, nâyın çalgı ve neyin de işlemlerden geçirilmemiş kamış olduğunu göstermektedir.(3)
Neyin kalem ile benzerlik ilişkisi, üretildiği maddeden başlar. Özellikle hat sanatında kullanılan en iyi cins kalem, Hazar Denizi ve Dicle Nehri dolaylarında yetişen kamışlardan üretilen kalemdir. Bu iyi cins kamış kaleme kalem-i ney adı verilir. Her iki nesnenin üretimi birbirine benzer. Kalem üretiminde silindir biçimindeki kaliteli kamışlar tercih edilir. Kamış, içindeki lifler çıkarılıp belli sıcaklıkta bekletildikten sonra çeşitli ameliyelerden geçirilir ve ideal bir hat kalemi olarak kullanıma hazırlanır.(4) Bu işlemler büyük oranda ney yapılması düşünülen kamış üzerinde de uygulanmaktadır. Dolayısıyla ney ve kalem, soyut anlamda olduğu gibi somut işlemlerde de belli bir yakınlık içerisindedir.
Ankaravî”ye göre Mesnevî“nin ilk beytinde ney ile kastedilen, kamış olması yönüyle istiaresiz olarak kalemdir. Mevlânâ, talip olan kişilere, kalemin yazdığı sözleri dinlemelerini ve onun dilinden akan sırlarla iş görmelerini emreder. Çünkü kalem, hâl dili (zebân-ı hâl) ile ve ma”nâ lisânı (lisân-ı ma”nâ) ile bir şeyler anlatmaktadır. Muhatap tarafından dinî ilimlerin anlaşılması ve dünyevî amellerin düzenlenmesi, kalemin varlığına bağlı olduğuna göre, yazdıklarına ve söylediklerine kulak verilmelidir. Çünkü kalem, söz konusu manaları hâliyle söyler ve kâliyle de yazar, takrir eder. Şârihin burada, okuyucuya bir uyarısı vardır. Kalemin hâl ile söylemesi murad olunursa akıl kulağı (gûş-ı hûş) ile dinlenmelidir. Çünkü konuşan hâl dili ile söylemektedir. Beytin ifade ettiği anlam; hâl dili ile söyleyen neyi(kalemi) dinle ki, o kalem sana lisân-ı hâl ile neler söyler, ifadesidir. Kalemin kâl dili ile söylemesi murad olunursa his kulağı(gûş-ı hiss) ile dinlenmelidir. Yani beyit; kâl dili ile söyleyen neyi(kalemi) dinle ki, o kalem sana ne takrir ve tahrir eyler, anlamına gelir.(5)
Hucvîrî”ye göre insanın terkibi; ruh, nefis ve ceset denilen üç manadan oluşur. Bu manaları ayakta tutan birer sıfat vardır. Ruhun sıfatı akıl, nefsin sıfatı hevâ ve cesedin sıfatı da histir.(6) Ancak Mevlânâ, aklı diğerlerine nispeten daha üstün görür. İnsan denilen varlığı akıl yönlendirir. Nefis ve bedenin terbiyesi, idaresi akla bağlıdır.(7) Ankaravî”nin yukarıdaki ayrımı, ruh-akıl ve ceset-hisbağlantısına paraleldir. Dolayısıyla kalemin hâl dili ile söyledikleri bâtına hitap ettiği için, bu sözleri akıl kulağı ile; kâl dili ile söyledikleri zâhire hitap ettiği için his kulağı ile dinlemek gerekir.
Bursevî, insanın neye benzetilme sebebini açıklarken kalem-ney ilişkisine değinir. Soruya göre, özelliği ve yapısı itibarıyla birbirine yakın unsurlar arasında benzerlik ilişkisi kurulabilir. Madenlerden bitki hasiyeti taşıyan mercanı, canlı olması yönünden hayvanî hayata en yakın olan fidanı ve hayvanlar içerisinde şuur ve sezgisi yönüyle insanî hayata en yakın duran binek hayvanını temsile getirmek normal karşılanabilir. Ancak ney bitki cinsindendir ve insana uzaktır. Buna rağmen neden insan, ney istiaresiyle verilmektedir? Bursevî”nin cevabı, kalem eksenlidir. Varlıkların yaratılmasının temelinde kalem vardır. Kalem de çoğunlukla kamıştan yapılır. Harf ve kelimelerin kalem sayesinde vücut bulması gibi ruhlar ve cisimler de yokluk karanlıklarından vücud(varlık) sahrasına, kalem vesilesiyle ayak basmışlardır. İkinci kalem hakîkat-ı Muhammedî”dir. Allah bu hakikate tecelli ettiği zaman kalem gibi ikiye yarılmıştır. Bundan dolayı hakîkat-ı Muhammedî”ye kalem de denir. Kalem ile insan varlığının ortaya çıkması arasındaki ilgi bu şekildedir. Mesnevî“de bu ilişkiden dolayı ney ve insan temsiline yer verilmiş olabilir.(8)
Kalem-İnsân-ı Kâmil
İnanç temelinde yaratılmışların en mükemmeli insandır. Evrendeki bütün hakikatlerin özü insanda toplanmıştır. Allah”ın isim ve sıfatları en mükemmel şekilde insanda tecelli etmiştir. Ancak şuur ve iradeyi kullanıp kullanmamaya bağlı olarak insan, en aşağı dereceden en yüksek dereceye (esfel-i sâfilînden a”lâ-yı illiyyîne) kadar konum değiştirebilir. Mevlânâ insanlığı bir merdiven üzerinde tahayyül eder.(9) Her insan edindiği konuma göre merdivende bir yer ve değer kazanır. En alt basamaktan en üst basamağa kadar insanlık dereceleri mevcuttur.
İnsân-ı kâmil, kulluk merdiveninin en üst basamağında yer alan kişidir. İbn Arabî”ye göre yaratılmışların asıl amacı insan-ı kâmildir. Diğer tüm varlıklar, kâmil insanın nimetlenmesi için yaratılmışlardır. Mevlânâ, kutup(kâmil insan), kendi etrafında döner dolaşır, feleklerse onun etrafında dönerler. O aslan gibidir, işi avlanmaktır. Halk ise onun artığıdır. O zahmete düşer de incinirse halk gıdasız kalır, der.(10) İnsan-ı kâmil, başka hiçbir şeyle değil de Allah”ın bekasıyla hayatiyetini sürdürür. Onun dünyevî yaşama dair herhangi bir kaygısı yoktur. Allah, âlemin gözü olan insan-ı kâmil vasıtasıyla evrende yarattığı eserlerini görür.(11)
İnsan-ı kâmil olma imkânı, inanan her birey için mümkündür. Sâlik, kabiliyet/istidat yolu ve zikir metoduyla mükemmelleşme sürecine adım atar. Nefis terbiyesi ve zikirle maddî varlığın üstüne çıkar. İstenen düzeye ulaştığında artık Allah onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olur.(12) Hadîs-i Kudsî”ye dayanan bu söylemin gerçekleşmesi için ön şart ise, kulun farzlarını mükemmel bir şekilde yerine getirdikten sonra, nafile ibadetlerle ilahî cânibe yaklaşmaya devam etmesidir. Böylelikle Allah kulunu sever. Söz konusu özellikler de, bu denli sevilen kul için geçerlidir. İbn Sînâ felsefesine göre eyleme dayalı ibadetlerin, zikir ve duanın amacı, insanı maddî ve süflî âlemin tutsağı olmaktan kurtarıp rûhî âlemle bağlantısını sağlamaktır.(13)
Mesnevî şerh ve tercümelerinin çoğunda insan-ı kâmil ile ney benzerliğine değinilir. Bundan hareketle ney, zâhirde halkla beraber olup halini hikâye eder, ancak bir nefes bile asıl vatanını ve ezelî âlemdeki birliğini anmaktan geri durmaz. On sekiz beyit bu minval üzere yorumlanır.(14) Mevlânâ”nın da ney-insan ilişkisini belirten manzumeleri vardır:
Ney ustası, kesip kamışlıktan kamışını
Dokuz delik açtı ve Âdem koydu adını,
Ey ney, sen çalan ağızdan aldın feryâdını
Gör, bu dudağa nefes veren o dudakları!(15)
Ancak Ankaravî, yukarıda değindiğimiz gibi neyi kaleme teşbih etmişti. Bir basamak daha çıkarak kalemi kâmil veli ve fâzıl mürşid olarak yorumlar.
Kalemden kasıt, istiare yoluyla kâmil velînin ve fâzıl mürşidin vücududur.(16) Yazı esnasında kalemin sonsuz harekât ve sukûnâtı, kâtiplerin eliyle gerçekleşir. Yani materyallerde yer alan cümle, kelime, harf ve hareke gibi yazma fiili unsurlarının varlığı kâtibin kalemi işleme kabiliyetine bağlıdır. Bu unsurlar kendi başlarına herhangi bir anlam ifade etmedikleri gibi kalemin varlığı da kâtip olmadan herhangi bir harekete sebep olmaz. Kâmil velînin ve fâzıl mürşidin vücudu da kalemin durumu gibidir. Bütün fiilleri, oturup kalkması, hareketi ve sukûneti, tasarrufları, halleri ve kelimeleri tamamıyla evreni yaratan Allah”a aittir.
Kalem-Hakîkat-ı Muhammedî
Tasavvufî düşünceye göre evrenin temelinde Hz. Muhammed”in nuru vardır. Hz. Peygamber, yaratılanların en mükemmel örneği olduğu için, tüm varlıklar onun vesilesiyle ve nuruyla vücut bulmuşlardır. Kudsi hadiste, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım, cümlesiyle ifade edilen hakîkat-ı Muhammedîkavramıdır. Fatımatü”ş-Şazelî”ye göre bu kavram, kendisinden nübüvvet, risâlet ve velâyetin ortaya çıktığı ilk nurdur. Allah ondan, olmuş ve olacak her şeyi yaratmıştır.(17)
Yeryüzünde kendisi ile yazı yazılan her nesneye kalem denildiği gibi, hadislere dayandırılan ifadelere göre uzunluğu yer ile gök arasındaki mesafe kadar olan bir ışık kalemi mevcuttur. Bu kalem, kıyamet gününe kadar meydana gelecek olan bütün hadiseleri yazmıştır.(18) Levh-i mahfûz kavramı ile ilintili olan söz konusu ışık kalemi, Elmalılı”ya göre kalem-i a”lâdır. Yani Allah”ın ezelî kaderinde kıyamete kadar cereyan edecek şeylerin projesini yazan ruhanî bir mebde ve kuvvettir. Ubade bin Sâmit”e dayandırdığı bir hadis rivayetinde, Allah ilk olarak kalemi yarattı ve ona yaz, dedi. Kalem, ne yazayım?, diye sorunca, kaderi yaz, emrini verdi. O mükâlemeden sonra kalem var olmuş ve hadiseleri kaydetmiştir.(19)
Levh-i mahfûz, İbn Arabî”ye göre varlıkların yazılı olduğu ilk kitaptır. Kalem de, yaratılışın ilk noktasından sonsuzluğa kadar olmuş ve olacak tüm hadiseleri yazan vasıtadır. Allah, ilk olarak kalem-i a”lâyı yarattıktan sonra, onun için ikinci bir mertebe olan levh-i mahfûzu yaratmıştır. Akl-ı evvel, levh-i mahfûz için sebep, kalem ise vasıta konumundadır.(20)
Kalemin bir diğer göstereni akıldır. Akıl, tüm varlıkların en büyük aslıdır. Hem kadîm Yunan felsefesinde hem de İslâm felsefesinde aklın, ilahî kudretten feyz ve sudûr yoluyla ortaya çıkan ilk varlık olduğu genel bir kabul görmüştür. Akl-ı evvel söyleminden yola çıkarak, ilk yaratılan şey de, akıldan ibaret bir nesnedir. Yukarıda sözünü ettiğimiz, tüm olayların projesini yazan ruhanî mebde, aynı zamanda akl-ı evveldir. Tasavvufî yoruma göre akıl, imandan sonra en büyük nimettir. Bunun sebebi de aklın, ahireti kazanmaya vesile olmasıdır. Akıl, ilahî hitabı anlamaya yarayan alettir.(21) Evrende Allah”ın yarattığı ilk varlığın akıl olduğu görüşü, hadisçiler tarafından sahih kabul edilmez. Ancak mutasavvıflar, işin bu yönünü tartışmak yerine, akl-ı evvel kavramını kullanmayı tercih edip çeşitli felsefik saptamalarda bulunurlar.
Görüldüğü gibi kalem-i a”lâ, akl-ı evvel, levh-i mahfûz ve hakîkat-ı Muhammedî kavramları, tasavvufî kaynaklarda çok yakın anlamlarla tanımlanmışlardır. Kimi zaman da birbirlerinin yerine kullanılmışlardır.
Ankaravî, Mesnevî”nin ilk beytinde yer alan neyi, kalem ve insan-ı kâmil teşbihinden sonra üçüncü derecede, istiare yoluyla kalem-i a”lâ biçiminde yorumlar. Şârihin kalem-i a”lâdan kastı ise hakîkat-ı Muhammed“dir. Elmalılı”nın yukarıdaki açıklaması ile paralellik arz etmekle beraber, bu ifade, evrenin ve içindeki tüm varlıkların yaratılmasına vesile olan hakikattir. Ankaravî, söz konusu hakikatı iki yönden değerlendirir. Hz. Peygamber, evrendeki bütün nakışların teşekkül etmesine vesile olduğu için hakikat ilk olarak kalem-i a”lâdır. Ayrıca bu hakikat, bütün varlıklara hayat bahşedilmesine vesile olduğu için rûh-ı Muhammedî”dir. Ankaravî, ileri sürdüğü bu ifadelerine, Allah”ın ilk yarattığı, benim ruhumdur/aklımdır, hadislerini delil olarak sunar. Ayrıca harflerin sayısal değerlerine göre ney, altmıştır. Hz. Peygamber”in isimlerinden olan Yâsîn”deki sîn lafzı da altmıştır. Dolayısıyla bişnev in ney, ibaresinin anlamı kalem-i a”lâ olan Hz. Muhammed”den işit, demek olur.(22)
Sonuç
Bu çalışmada, Mesnevî”nin muhtelif şerhlerindeki ney-kalem ilişkisinden hareketle kalem, insan-ı kâmil ve Hakîkat-ı Muhammedî kavramları irdelenmeye çalışılmıştır. Kalem, yazmaya vasıta olan kalem cinsinden tutun da meleklerin insanlara ait tüm iyilik ve kötülüklerin kaydettiği defter, yani başlangıcından nihayete kadar evrende gerçekleşecek tüm hadiselerin kayıtlı olduğu levh-i mahfûz, muhakemeye yarayan insan aklı, yaratılan ilk varlık nûr-ı Muhammedî ve bu kavramla yakın anlamda yorumlanan akl-ı evvele kadar çok çeşitli kavramlarla karşımıza çıkmaktadır. İncelememizde esas tuttuğumuz şerhlerin büyük kısmında ney, insana benzetilerek şerh edilmiş; Ankaravî ve Bursevî”de ise bununla beraber ney, kalem benzerliği ile verilmiştir. Bu teşbih de yazı aracı olan kalem, mürşid ve Hz. Peygamber”in nuru şeklinde yorumlanmıştır.
KAYNAKÇA
AVŞAR, Ziya, Sırların Dili(Mevlânâ”nın Rubaileri-Manzum Çeviri), Basıma Hazır Çalışma, No: 493.
BAHTİYAR, Lale (2006) Sufi(Tasavvufi Arayışın Dışavurumu), (Çev. Mehmed Temelli), İz Yayıncılık, İstanbul.
BOLAY, Süleyman Hayri, (1989), “Akıl”, DİA, C. 2, s. 238-242.
CAN, Şefik, (2004), Mesnevî Tercümesi, C. 5-6, Ötüken Yayınları, İstanbul.
ÇELEBİOĞLU, Amil, (1998) “Muhtelif Şerhlere Göre Mesnevî”nin İlk Beytiyle İle İlgili Düşünceler”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, s. 525-545.
DERMAN, M. Uğur, (2001), “Kalem”, DİA, C. 24, s. 245-247.
GÖLPINARLI, Abdulbaki, (?), Mesnevî Tercümesi ve Şerhi, İnkılâp Yayınevi, İstanbul.
HUART, Cl. (1993), “Kalem”, İA, C. 6, s. 127.
İsmail Hakkı Bursevî, (2006) Rûhu”l-Mesnevî, (Haz. İsmail GÜLEÇ), İnsan Yayınları, İstanbul.
İsmail Rusûhî-i Ankaravî, Şerh-i Mesnevî-i Şerîf, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Bölümü, No: 1260.
KONUK, A. Avni, (2006), Mesnevî-i Şerîf Şerhi, Kitabevi Yayınları, İstanbul.
Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, (2006) (Haz: Komisyon), Kalem Yayınevi, İstanbul.
RIFÂÎ, Kenan, (2000), Şerhli Mesnevî-i Şerîf, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul.
OKUYUCU, Cihan (2006), “Mesnevî”ye Göre İnsanın Mahiyeti ve Görevi”, Kültür, S. 5, s. 54-59.
Şem”ullâh Şem”î, Şerh-i mesnevî, Mevlana Müzesi İhtisas Kütüphanesi No: 6401.
ULUDAĞ, Süleyman, (1989), “Akıl”, DİA, C 2, s. 246-247.
ULUDAĞ, Süleyman (2005), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
YAZIR, Elmalılı Hamdi, (1992), Hak Dini Kuran Dili, C. 8, Azim Dağıtım, İstanbul.
Çün ķalem ender-nüvişten mį-şitāft
Çün be-Ǿışķ āmed ķalem ber-ħod şikāft(23)
çünkim ķalem yazmaķda Ǿacele itdi ammā çünkim aĥvāl-i Ǿışķı yazmaġa geldi ķalem kendü üzerine şaķķ oldı ķalemden murād yā el-ān žāhirde olan ķalem ve yāħud evvel vücūda gelen ķalem ola ķalem-i śūrį murād olursa maǾnā böyle dimek olur ki çünkim ķalem kitāb-ı žāhirde her şeyǿi yazmaķluķda sürǾat ķıldı çünkim Ǿışķa geldi ķalem kendü üzerine ŧoġrı şaķķ oldı ķalemüñ yazılması munķaŧıǾ olup pārelenmesinden kināye vü istiǾāre olur ve inķıŧāǾ u inşiķāķ-ı ķalem Ǿalā-ŧarįķi”l-mübālaġa Ǿışķuñ celālet ü mehābetin işǾār ķılur ke-enne [ŞII 37b] dimek olur ki ķalem her şeyǿüñ taĥrįrine sürǾat ķıldı çünkim Ǿışķuñ taĥrįrine geldi mehābet ü celālet-i Ǿışķ aña müstevlį olup şaķķ oldı ve yāħud ķalemüñ şaķķ olması Ǿışķuñ kemāl-i leźźet ü ĥalāvetin işǾār ķılur nitekim bir kimse ziyāde ŧatlu bir şeyǿ yise ŧuŧaķları yarılur pes maǾnā ķalem Ǿışķa geldikde Ǿışķuñ kemāl-i leźźet ü ĥalāvetinden şikāfte olması Ǿaczinden ve Ǿadem-i ķudretinden kināye olur nitekim bu maǾnāya münāsib Siyerde dir ki evvelü mā ħaleķa”llāhu ķalem fe-ķālelehu üktüb fe”ktüb mā-kāne ve mā-yekūnü ŝümme ķālelehu üktüb lā-ilāhe illa”llāh fe”ktübhā ŝümme ķālelehu üktüb Muĥammedün Resūlu”llāh ve lem-yuķaddir yektübhā pes cemįǾ-i eşyāyı kitābet eyleyüp ĥattā tevĥįd-i Ĥaķķı daħı kitābet eyleyüp Muĥammedün Resūlu”llāhyazmaġa Ǿāciz olmasında nükte budur ki Ĥażret-i Aĥmed mažhar-ı Ǿışķ-ı eĥaddür pes maǾnā ķalem cümleyi kitābet eyledi mažhar-ı Ǿışķ olan Muĥammedüñ Ǿaleyhi”s-selām esrārına ve Ǿışķına geldikde Ǿāciz ķaldı dimek olur.
1Çeşitli şerhlerden yola çıkılarak sıralanan bu kavramlarla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Çelebioğlu, Amil, (1998) “Muhtelif Şerhlere Göre Mesnevî”nin İlk Beytiyle İle İlgili Düşünceler”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Yayınları, İstanbul, s. 532-538.
2 Uludağ, Süleyman (2005), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, s. 277.
3 Bazı durumlarda ney kelimesi hem kamışı hem de çalgıyı karşılayabilir. “Her nâvek-i ney kez tu resed ber-dil-i çâkem / Tâ ney şeved ü nâle koned ber-ser-i hâkem” beytinde ilk ney kelimesi ok olarak düşünülüp kamış kastedilmiştir. İkinci ney ise, çalgı anlamındaki nâydır. Bk. İsmail Hakkı Bursevî, (2006) Rûhu”l-Mesnevî, (Haz. İsmail GÜLEÇ), İnsan Yayınları, İstanbul, s. 90.
4 Derman, M. Uğur, (2001), “Kalem”, DİA, C. 24, s. 245-246.
5 İsmail Rusûhî-i Ankaravî, Şerh-i Mesnevî-i Şerîf, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Bölümü, No: 1260, 13a.
6 Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, (Haz: Komisyon), Kalem Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 468;
7 Can, Şefik, (2004), Mesnevî Tercümesi, C. 5-6, Ötüken Yayınları, İstanbul, s. 202.
8 Bursevî, age, s. 99-100.
9 Okuyucu, Cihan (2006), “Mesnevî”ye Göre İnsanın Mahiyeti ve Görevi”, Kültür, S. 5, s. 55-56.
10 Can, age, s. 202-203.
11 Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 473.
12 Bahtiyar, Lale (2006) Sufi(Tasavvufi Arayışın Dışavurumu), (Çev. Mehmed Temelli), İz Yayıncılık, İstanbul, s. 16.
13 Bolay, Süleyman Hayri, (1989), “Akıl”, DİA, C. 2, s. 241.
14 Bk. Can, age, s. 13.; Şem”ullâh Şem”î, Şerh-i mesnevî, Mevlana Müzesi İhtisas Kütüphanesi No: 6401, 9a; Bursevî age, s. 98; Konuk A. Avni, (2006), Mesnevî-i Şerîf Şerhi, Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 71-72; Gölpınarlı, Abdulbaki, (?), Mesnevî Tercümesi ve Şerhi, İnkılap Yayınevi, İstanbul, s. 17; Rıfâî, Kenan, (2000), Şerhli Mesnevî-i Şerîf, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, s. 6-7.
15 Avşar, Ziya, Sırların Dili(Mevlânâ”nın Rubaileri), Basıma Hazır Çalışma, No: 493.
16 Ankaravî, age, 13a.
17 Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 299.
18 Huart, Cl. (1993), “Kalem”, İA, C. 6, s. 127.
19 Yazır, Elmalılı Hamdi (1992), Hak Dini Kuran Dili, C. 8, Azim Dağıtım, İstanbul, s. 249-250
20 Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 588-589.
21 Uludağ, Süleyman, (1989), “Akıl”, DİA, C 2, s. 247.
22 Ankaravî, age, 13a.
23 “Yazı esnasında acele eden kalem, aşka gelince birden çatlayıverdi.”