OKYANUSLARIN (MEVLANA VE ŞEMS’İN) ZİKRİ: SEMA – Bayram Ali ÇETİNKAYA

OKYANUSLARIN (MEVLANA VE ŞEMS’İN) ZİKRİ: SEMA

Bayram Ali ÇETİNKAYA

“Semâ ârâmı cânı âşıkânest
Kesî dâned ki ûra cânı cânest”

“Semâ ârâmı cânı âşıkânest
Kesî dâned ki ûra cânı cânest”

“Semâ âşık olan kişilerin canlarının rahatıdır.
Bunu ancak cânın cânı olan bilir”
(Divânı Kebîr)

Yaratıcı’ya olan aşkı en güzel şekilde simgeleyen zikirlerden birisidir¸ semâ. Ancak son yıllarda semâ gösterilerinin seviyesi o kadar düşürüldü ki¸ bu görsellikten ziyade içsel olan zikri¸ eğlence merkezlerinin açılışlarında bile görmek mümkündür. Daha da ötesi bazı cinsiyet ve kimlik krizi yaşayanların semâ’da yer almaları¸ semâ’nın ifade ettiklerini ruhunda hissedenlerin içini sızlatmaktadır. Gerçekten semâ ve onun sembolleri kolay ve ucuz tüketilecek kadar değersiz(!) midir? İşte semâ’nın tarihî¸ fikrî ve tefekkür (tezekkür) boyutları ve alt yapısı bunu ortaya koyacak zenginliklerden beslenmiştir.
Semâ’nın Çıkış Noktası
Mevlânâ’nın (ö.1273) kendi eserlerinde ve Eflâkî’nin Menâkıb’ında¸ onun¸ düzenlenen semâlara iştirak ettiği haber verilmektedir.1
Mevlevî semâ’nın ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bunlar içerisinde en çok anlatılan menkıbe de zikredilen eserde geçmektedir:
Bir keresinde Mevlânâ hazretleri¸ kuyumcular civarından geçerken¸ çekiçlerden çıkan tak tak sesleri kulağına erişince¸ o seslerin güzelliğinden¸ Mevlânâ’da bir hal tecelli etti ve dönmeye başladı. Kuyumcu Şeyh Selâhaddin’e (ö. 1258) gayp âleminden: “Dışarı çık¸ Mevlânâ dönmededir¸ halk etrafında toplanmıştır” diye ilham gelmesiyle¸ o feryat ve figan ile dükkândan dışarı çıktı¸ Mevlânâ’nın ayaklarına kapanıp kendinden geçti. Hz. Mevlânâ semâ’da olduğu halde ona iltifatlarda bulundu. Şeyh Selâhaddin riyazet ve mücahededen¸ Mevlânâ hazretlerine: “Benim Mevlânâ ile semâ etmeye gücüm yetmez” dedi. O anda çıraklarına: “Mevlânâ semâ’dan çekilinceye kadar altın varakları parça parça ve lime lime olsa da hiç durmadan çekiç vurun” diye emretti. Bu sanat öyledir ki altın varaklar üzerine vurulan çekiç adedi sayılıdır¸ fazla çekiç darbesi olursa parça parça olur¸ bir şeye yaramaz. Böylece Mevlânâ bir süre semâ’ya ara vermedi. O sırada gazel okuyanlar şu sözleri terennüm ettiler: “Bu zerkupluk dükkanında bir hazine çıktı. Bu ne güzel suret¸ bu ne güzel mân⸠ne güzel! Ne güzel!..”
Ancak şaşılacak bir hâl gerçekleşti: Şeyh¸ bir yaprak altının parçalanmadan ve bir şey telef olmadan¸ bütün dükkânın altın yapraklarla dolduğunu ve çekiç vuranların bütün aletlerinin altına dönüştüğünü söyledi. İki âlemin madenini kendi dükkânında gören Şeyh¸ üzerindeki elbiselerini yırtıp dükkânı yağma etmelerini emretti. Hemen dünya ve ahiret dükkânının sevdasından vazgeçip Hüdâvendigâr’ın sohbetine dâhil oldu.2
Ancak bu hâdise¸ Şems’in kayboluşundan/öldürüşünden sonra gerçekleşmiştir. Bununla birlikte Mevlânâ’yla ilgili ilk dönem eserler¸ Şems’in Mevlânâ’yı semâ’ya teşvik ettiğini bildirmektedir. Şu halde Hz. Mevlânâ’nın Şems’le semâ’ya yöneldiğini söylemek mümkündür. Aşağıda bu hususa kısmen de olsa değinilecektir.
Aslında tüm olanlar Mevlânâ’nın semâ etmeye koyulması için bahaneydi. Altın dövücülerin çıkardıkları seş değirmenin çarkına dökülen suyun sesi…Her daim vecd halinin kıyısında bulunmaktaydı¸ Allah’a en yakın olmanın O’nunla bir olmanın sınırındaydı. Bu hâl ki¸ ona şunları söylettirmiştir: “Birleşikti¸ benim ruhumla seninkisi başlangıçta¸ senin görünüşün ve sırrın¸ benim görünüşüm ve sırrımdı onlar. ‘Benimki ve seninki’ demek boşunadır artık¸ Çünkü ne ben vardır¸ ne sen¸ benimle sen arasında”3
Mevlânâ İçin Semâ’nın Anlamı
Mevlânâ’yı vecde ulaştıran¸ bu âlemden alıp ötelerin ötesi âleme götüren semâ’dır.4 Bundan dolayı sem⸠Mevlânâ için yemekten ve içmekten daha önemliydi. Semâ’ya başlandığı zaman her şeyi unuturdu. Açlıktan düşkün bir hale gelse bile.5 Öyle ki bazı zamanlar gece başlayan sem⸠bitip tükenmeden sabah ezanına kadar devam etmekteydi.6
Semâ esnasında kudümler¸ yatanların nabzını da ritmik bir şekilde yavaş yavaş hızlandırır. Ondan sonra semâ nabzın atışıyla kudüme vurulan darbelerin sesi aynîleşirdi. Semâ edenler¸ kendilerinden geçerler¸ varlıklarından sıyrılırlar¸ öyle bir hale gelirler ki¸ bugünkülerin cismi mi¸ dünkülerin ruhu mu; belli olamazdı. Onlar için dönüşlerde yönler kaybolur ve yok olur. Bunun sonucunda insan¸ mekân âleminden mekânsızlık âlemine ulaşır; artık en¸ boy ve vecdin anlatıl(a)maz kıvâmını elde eder ve o anın lezzetini doya doya tadar.7
Def¸ ney ve semâzenlerin hareketlerinin anlattıkları¸ özeldir ve derinliklidir. Özellikle dönme fikrinden çok etkilenen Mevlân⸠semâ’nın ilhamı altında dönen menziller ve gezegenler¸ değirmen taşı ve çarkına ilişkin mükemmel bir sembolizm ortaya koymaktadır: “Senin güneş dağını¸ bir değirmene benzeteceğim. Ve benim sularım aktıkça¸ seni istediğim gibi döndüreceğim.”8
Semâ ancak bir “Sevgili” olunca anlam taşır. Zira güneş olmadan zerreler nasıl harekete geçirilip raksettirilebilir? Aksi halde zerreler yalnızlaşıp donarlar¸9 hareketsiz kalır ve kaybolurlar.
Sevgili’ye olan sınırsız aşkı ifade eden semâ niçin yapılır? Bunun cevabını Mevlânâ’dan dinleyelim: “Dervişler vecde kapılırlar da¸ Tanrı’yı özleyişleri artsın¸ ahirete inanış sevgileri çoğalsın¸ gönüllerinden dünya sevgileri dağılsın¸ dünyaya gönülleri yabancı olsun diye semâ ederler.”10
Celâleddin Rumî’de ilâhî aşkla dile gelen coşkun gazeller¸ harekete geçen semâ raksları¸ dinamik bir ruhun kendiliğinden bir yansımasıdır.11 Mevlânâ’nın bütün eserleri Allah’ın¸ sevgilinin ve aşkın sırrı etrafında daimî bir dönüştür¸ bir deverândır¸ anlatıl(a)mayanı kelimelerle ifade etme çabasıdır. Rûmî’ye aşkın sırrını az da olsa anlatacak yegâne çare: “Müzik ve semâ” idi.12 Mevlânâ için yaratılış ilâhî müziğin ilk sesi ve melodisidir; zirâ ilâhi sesle hayat bulan yaratıklar¸ âlemin raksına katılmak için birbirini etkiler ve harekete geçirirler. Bir gazelinde Mevlân⸠“mekânsızlık mekânından” semâya bir çağrı beklediğini anlatır:
Dünyadaki raksların hepsi¸ sadece semâvî raksın bir koludur. Hayattaki raksların hepsi de¸ ruhun raksının bir dalıdır. Sonra o Allah’ın yokluğu varlığa dönüştürdüğü “kün”¸ (Ol!) sesini işitir: Bir çağrı yankıladı yoklukta: Bunun üzerine dedi ki yokluk: “Elbette! Ayağımı o ülkeye basarım¸ memnun¸ taze ve yeşil görünmek için!” Ve Allah’ın ezelî çağrısını duydu¸ semâ’ya geldi ve mestoldu; Yoklukta idi¸ şimdi varoldu…(Divanı Kebir)13
Mevlânâ için semâ ve müzik¸ Allah’ın o ilk hitâbının tekrarı şeklinde tezâhür eder veya onu akla getirir. Sem⸠Allah’ın onu cennete geri getirmesi için gökyüzüne açılan bir pencere veya bir merdivendir.14 Ama kanadı olmayan bir pencere ve basamağı olmayan bir merdivendir.
Mevlânâ daha da ileri giderek musikî ve semâ’nın görünmeyen âlemden madde âlemine yolculuğunu da anlatır:
“Çok bilgili kişiler: Bu güzel sesleri¸ bu musikî nağmelerini göklerin dönüşünden aldık¸ demişlerdir. Halkın tamburlarla¸ musikî aletleri ile çaldıkları ve ağızları ile söyledikleri bu hoş sesler göklerin dönüşünden alınmalıdır. Biz hepimiz Âdem’in cüzleri idik. Cennette o nağmeleri dinledik. Gerçi su ile topraktan yaratılmış bu ten kafesine girmek¸ balçığa bürünmek¸ ruhumuzu şüpheye düşürmüş¸ bizi yanıltmıştır. Fakat ne de olsa¸ o nağmeleri birazcık olsun hatırlıyoruz. İşte bu yüzdendir ki¸ semâ âşıklara gıdadır. Çünkü semâ’da kalp huzuru ve Allah’ı hissetme¸ sevgiliyi bulma hayalî vardır. Biz o güzel sesleri dinlerken¸ gönlümüzdeki hayaller kuvvetlenir¸ hatta hayaller o güzel seslerden¸ nefhalardan suretlere bürünür.”15 Semâ ile ilgili çok sözler söylenmesine rağmen¸ onu en çok hisseden¸ en güzel anlatan¸ duyan ve duyuran Hz. Mevlânâ’dan başkası değildir:
“Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun?” Allah’ın ben sizin Rabbınız değil miyim?” sorusuna ruhların; evet Rabbimizsin deyişlerin sesini duymak¸ kendinden geçmek¸ Rabb’ine kavuşmaktır.
Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? Sem⸠dostun hallerini görmek¸ lahut perdelerinden Hakk’ın sırlarını duymaktır.
Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? Kendindeki varlıktan geçmek¸ mutlak yoklukta¸ zevalsiz¸ devamlı varlık tadını tatmaktır.
Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? Dostun aşk vuruşları¸ darbeleri önünde başını top gibi yapıp¸ başsız¸ ayaksız dosta koşmaktır.
Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? Yakub’un derdini ve devasını bilmek. Yusuf’a kavuşma kokusunu¸ Yusuf’un gömleğinden koklatmaktır.
Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? Musa peygamberin asası gibi her an Firavun’un sihirlerini yutmak¸ yok etmektir.
Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? “Benim Allah ile öyle bir vaktim vardır ki¸ o vakitte ne Allah’a yakın bir melek¸ ne de bir peygamber aramıza girer” hadisinde buyrulduğu gibi¸ semâ bir sırdır. İşte meleğin bile sığmadığı o yere vasıtasız varmaktır.
Semâ’nın ne olduğunu biliyor musun? Semâ Şemsi Tebrizî gibi¸ gönül gözlerini açmak ve kutsî nurları görmektir.16
Semâ törenlerine katılmakla birlikte Mevlânâ’nın kulağına gelen ve hoşuna giden güzel ve manalı bir seş bir söz yahut heyecan verici bir hâdise onu¸ semâ’nın en önemli figürü haline getiriyordu. Semâ’da yaşadığı bu tecrübeyi ve semâ’nın ne olduğunu en iyi tasvir eden yine Mevlânâ’nın kendisi olmuştur: “Semâ bir yerde durmayan canın işidir. Tembel ile oturma¸ çabuk kalk¸ sıçra¸ beklemek gerekir mi? Burada kendi düşüncene dalıp oturma¸ eğer yiğit isen sevgilinin bulunduğu yere git.” “Semâ diri olan kişilerin canlarının rahatıdır. Bunu ancak canın canı olan bilir” (Divanı Kebir)17
Semâ’yı bu kadar duyan¸ hisseden¸ özümseyen ve içselleştirip yaşayan Hz. Mevlân⸠görüntü ve merasimle kayıtlı olmadığı için semâ adâp ve usûlünden sayılan mekân¸ zaman¸ ihvan şartlarını önemsemezdi. Zaman ve mekândan bağımsız¸ ulaştığı vecde bağlı olarak her yerde¸ medresede¸ evde¸ bağlarda¸ sokaklarda onun semâ ettiği görülmüştür.18
Mevlân⸠coşkun aşkını¸ müzik ve semâ ile anlatıyor¸ gösteriyordu. Müzik¸ aşkla dolup taşan gönlün oynaşı¸ semâ bu aşkın vecdi ve fiiliyata geçmiş şekliydi. Şiirse aşkın dili¸ gönül kandilinin yakıtıydı. Bu üç unsur¸ yani müzik¸ şiir ve semâ bir oldu mu¸ bir aşk çağlayanı oluyor¸ köpüre köpüre Mevlânâ’nın ruhundan benliğinden dökülüyor ve bu çağlayanın girdabında Mevlânâ dahi kayboluyordu. Mevlânâ’nın olduğu yerde müzik¸ şiir ve semâ yan yanaydı ve girift bir hale dönüşüp bir senfoni oluşturuyordu. Bu ahenkli sesler ve melodiler¸ bu nefesler¸ taassup içerisindeki softaları feveran ettiriyor¸ “Bu çengilik de niye? Biz bir eşek yükü kitap okuduk. Müziğin helâl olduğuna dair bir tek satır bile göremedik” diyorlardı. Bu sözler¸ Mevlânâ’nın dilinden¸ sahiplerinin hak ettiği şekliyle karşılık buluyordu:
“Onlar eşekçesine okumuşlar!”19
Her şeye rağmen sem⸠özel ve halka açık mahfillerde hiçbir zaman eğlence ve oyun aracı olmamış¸ raksların en asili olarak varlığını korumuştur.20 Özellikle de insanların hazlarına hitap eden ve doyumsuz iştiyaklarını tatmin eden ticarî bir sektöre dönüşmemiştir.
Şems ve Semâ
Şems’in (ö. 1247) “kayboluşu”nun Mevlânâ’ya tesirlerini müşahede eden Sultan Veled (ö. 1312)¸ bu hususta semâ’yı öne çıkarmaktadır.21 Bu çerçevede¸ Şems’in Mevlânâ’yı semâ’ya teşvik ettiği sırada söylediği sözler¸ semâ’nın nefs ve hevânın bir vasıtası olmadığını¸ ehline hitap ettiğini söyleyen uyarılarla doludur:
“Semâ ediniz. Semâ’nın halka haram olması nefis hevâsiyle meşgul olmalarındandır. Onlar semâ ettikleri zaman kendilerinde o iğrenç hal ziyadeleşir. Hak ve hakikatten gafil olarak hareket ettikleri için semâ kendilerine haram olur. Halbuki Hakk’ı isteyen ve ona âşık olanlar semâ ettikleri zaman aşkları ve manevî halleri çoğalır.”22
Şems’den önce Mevlânâ’nın semâ edip etmediğini kesin olarak tespit etmek güçtür. Ancak genel kanaat¸ Mevlânâ’nın Şems’den önce semâ etmediği¸ etse bile semâ’ya meyletmediği yönündedir23
İnsanlarla ilişkisini kesen Rûmî¸ buna karşın Şems ile bağlarını güçlendirdi. Sonradan¸ kendiliğinden gelen duygularını sanatsal vasıtalara dönüştüren anlamlı rakş şarkı ve musikîden oluşan semâ’yı Mevlevî yolunun bir sembolü haline getirdi.24
Bu anlamda Mevlânâ yolunun en gözde özelliklerinden biri olan sem⸠bütün kainatı kucaklayan kutsal bir âyin ve zikirdir. Mevlânâ’dan sonra¸ oğlu Sultan Veled¸ semâ’nın usûl ve kaidelerini belirleyip belli bir düzene koymuş ve kurumsallaştırmıştır. O¸ bu hususu Maarif’te¸ “Babamın verdiği dersler ne de olsa bâtınî ve çok girift idi. Ben onları geniş halk kesimleri için açıklamaya çalıştım” sözleriyle anlatır.25
Sem⸠Mevlânâ’ya göre¸ “ilâhî vuslata erişmek için” bir yoldur. Bu vuslat yolunun zevkini alan âşık¸ zaman ve mekân gibi maddî engelleri aşar. Mevlânâ’nın¸ “semâ ederken¸ ne neyden haberimiz olur¸ ne teften…” dediği gibi¸ âşığın cezbe ve vecd hâli¸ onu¸ o anda dünya meşakkatlerinden arındırır. Bu hâl¸ bir süre devam ettikten sonra¸ yerini yavaş yavaş sükûna terk eder. Allah’ın mutlak cemaline ve celaline şükreder: “Artık öyle bir makama ulaşmıştır ki¸ orada ne zikir¸ ne zikreden¸ ne de zikredilen vardır”. Bunun için Mevlân⸠“sem⸠âşıkların gıdasıdır. Çünkü onda cânân’a vuslatın hayali vardır” demektedir. Şemsi Tebrizî: “Hakk’ı isteyen ve O’na âşık olanlar¸ semâ ettikleri zaman¸ âşkları ve manevî halleri çoğalır” diyerek¸ Mevlânâ’yı daima semâ’ya yönlendirmiştir.26
Buna karşı kendisinden habersiz ayrılan Şems’e Mevlânâ şu haberi gönderir: Ey tez giden seher yeli¸ var git¸ Tebrizli Şems’e de ki: Hallerini söyle bana¸ benimle raksa gir¸ benimle oyna.27 Tebrizli Şemş bir kerecik gönül mushafına bakarsa o mushafın üstünü¸ esresi¸ ötresi de raksa girer¸ senin cezmin (niyetin) de.28
Semâ’ya katılan gerçek âşıkların hallerinin ve makamlarının zenginleştiğini söyleyen Şemş “semâ ne yapar?” diye sorar. İşte bu noktada Şemş dünyevî semâ’nın âfet ve tehlikelerine dikkat çekerek soruyu kendisi cevaplar: “Cisimle ilgili olan semâ yiyip içmektir. Onun azığı nefs ile olur¸ hep yenecek şeylerden ibarettir.”29
Şu halde Mevlânâ ve Şems’in gönül dünyasında sem⸠âşıkı halk içinde Hakk’a/Sevgili’ye ulaştıran ve O’nda Vahdet’i buldurup¸ Tevhid’i yaşatan bir deverândır. O Sevgili’ye ulaşmayı arzu edeni ve O’na iştiyak duyanı¸ maddî kayıt ve takıntılardan azâd edip¸ Tevhid girdabında kaybettiren/yok ettiren bir yakarıştır¸ bir çırpınıştır.
* Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Felsefesi Öğretim Üyesi. bacetink@cumhuriyet.edu.tr
DİPNOT
1 Bkz. Mevlânâ Celâleddin¸ Divânı Kebîr¸ haz: Abdülbâki Gölpınarlı¸ Ankara 2000¸ I¸ 172¸ b. 1619; I¸ 178¸ b. 1688; Mevlân⸠Fîhî Mâ Fîh¸ çev: Ahmed Avni Konuk¸ haz: Selçuk Eraydın¸ İstanbul 1994¸ 70; Ahmet Eflâkî¸ Âriflerin Menkıbeleri I (Menâkıbu’lÂrifîn)¸ çev: Tahsin Yazıcı¸ III. baskı¸ İstanbul 2001¸ 175¸ 258260¸ 294¸ 296¸ 317¸ 331¸ 345¸ 402403¸ 422¸ 435¸ 480¸ 491¸ 493¸ 546¸ 633¸ 652654¸ 715¸ 720724.
2 Ahmet Eflâkî¸ Âriflerin Menkıbeleri II (Menâkıbu’lÂrifîn)¸ çev: Tahsin Yazıcı¸ III. baskı¸ İstanbul 2001¸ 293; I¸ 653.
3 Eva de Vitray –Meyerovitch¸ İslâm’ın Güleryüzü¸ çev: Cemal Aydın¸ VII. baskı¸ İstanbul 2003¸ 72.
4 Hayrani Altıntaş¸ Tasavvuf Tarihi¸ Ankara 1986¸ 112.
5 Bkz. Eflâkî¸ Âriflerin Menkıbeleri I (Menâkıbu’lÂrifîn)¸ 296¸ 720.
6 Bkz. Eflâkî¸ age¸ 317.
7 Arif Nihat Asya¸ “Sem┸ Mevlânâ İle İlgili Yazılardan Seçmeler (haz: Vedat Genç)¸ II. baskı¸ İstanbul 1997¸ 25.
8 A. J. Arberry¸ Tasavvuf (Müslüman Mistiklere Toplu Bakış)¸ çev: İbrahim Kapaklıkaya¸ İstanbul 2004¸ 113.
9 Annemarie Schimmel¸ Ben Rüzgârım Sen Ateş Mevlânâ Celâleddin Rûmî¸ çev: S. Özkan¸ II. baskı¸ İstanbul 2000¸ 202.
10 H. Hüseyin Top¸ Mevlevî Usûl ve Âdabı¸ İstanbul 2001¸ 81.
11 Halife Abdülhakim¸ “Mevlânâ Celâleddin Rûm İslâm Düşüncesi Tarihi (ed. M. M. Şerif) içinde¸ İstanbul 1991¸ III¸ 48.
12 Schimmel¸ age¸ 197.
13 Schimmel¸ age¸ 202.
14 Schimmel¸ age¸ 202.
15 Şefik Can¸ Mevlânâ Hayatı¸ Şahsiyet ve Fikirleri¸ İstanbul 1995¸ 263.
16 Can¸ age¸ 264265.
17 Can¸ age¸ 269.
18 Can¸ age¸ 270.
19 Mehmet Önder¸ Mevlân⸠Ankara trz¸ 110111.
20 Asya¸ age¸ 25.
21 Sultan Veled¸ İbtidâNâme¸ çev: Abdülbâki Gölpınarlı¸ Ankara 1976¸ 6970.
22 Top¸ Mevlevî Usûl ve Âdabı¸ 82.
23 Top¸ age¸ 83.
24 A. Reza Arasteh¸ Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş: Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Kişilik Çözümlemesi¸ çev: B. Demirkol¸ İ. Özdemir¸ Ankara 2000¸ 46.
25 Meyerovitch¸ age¸ 69.
26 Mehmet Önder¸ Mevlân⸠Ankara trz¸ 112.
27 Mevlânâ Celâleddin¸ age¸ I¸ 172¸ b. 1619.
28 Mevlânâ Celâleddin¸ age¸ I¸ 178¸ b. 1688.
29 Şemsi Tebrizî¸ Makâlat (Konuşmalar) I¸ çev: M. Nuri Gencosman¸ İstanbul 1974¸ 4546.
 

Somuncu Baba Dergisi