“Rivayetçiden şu hikayeyi de dinle:Kazvinlilerin adetleridir;Vücutlarına, kol ve omuzlarına, kendilerine zarar vermeksizin iğne ile mavi dövmeler dövdürürler. Bir Kavzinli, tellağın yanına gidip “Bana bir dövme yap; fakat canımı acıtma” dedi.
Tellak “ Söyle yiğidim; ne resmi döveyim?” diye sorunca “ bir kükremiş aslan resmi döv” dedi; Talihim aslandır, onun için aslan resmi olsun. Gayret et, dövmeyi adamakıllı yap!” Tellak “Vücudunun neresine döveyim?” dedi. Kavzinli “ İki omzumun arasına” dedi.
Tellak, iğneyi saplamaya başlayınca yiğidin sırtı acımaya başlayıp, “ Aman usta, beni öldürdün gitti. Ne yapıyorsun?” diye bağırdı. Usta “ Aslan yap dedin ya” dedi. Kazvinli sordu:“Neresinden başladın?” Usta: “ Kuyruğundan” dedi. Kazvinli dedi ki:“Aman iki gözüm, bırak kuyruğunu. Aslanın kuyruğu ile kuyruk sokumum sızladı, nefesim kesildi, boğazım tıkandı. Aslan varsın kuyruksuz olsun. İğne yarasından yüreğime fenalık geldi, bayılacağım.”
Usta, “Kavzinliyi kayırmadan, merhametsizce aslanın bir başka tarafını dövmeye başladı. Yiğit yine bağırdı “Burası neresi?” Usta: “Kulağı” dedi. Kazvinli “ Bırak, kulaksız olsun. Orasını da yapma” dedi. Usta bu sefer başka bir yerine başlayınca
Kazvinli yine feryat etti: “Bu üçüncü iğne de neresini dövüyor?” Usta:“Azizim, karnı” dedi.
Kazvinli “Fena acıyor, iğneyi bu kadar çok batırma, bırak, karınsız olsun” deyince Tellak şaşırdı, hayli müddet parmağı ağzında kaldı. İğneyi yere atıp “ Dünyada bu kime olmuştur? Kuyruksuz, başsız ve karınsız aslanı kim gördü? Böyle bir aslanı Allah bizzat yaratmadı.” dedi.
Kardeş, iğne yarasına sabret ki gavur nefsin iğnesinden kurtulasın.
Varlıkların kurtulmuş olanlara felek de secde eder, güneş de, ay da. Vücudunda nefsi ölen kişinin fermanına güneş de tabidir, bulut da. Gönlü ışık yakmayı, şulelenmeyi öğrenmiş olan kişiyi güneş bile yakamaz.
Allah; doğması, batması muayyen olan güneş hakkında “Doğduğu ve battığı zaman onların mağaralarına vurmaz; o mağara hiç güneş yüzü görmezdi” demiştir. Bir cüzü, külle ulaşırsa o cüz”ün yanında diken bile, gül gibi baştan başa letafet kesilir.
Allah”ı ululamak, yüceltmek, nasıl olur? Kendini, varlığını horlamak, toprak mesabesinde tutmakla. Allah”ı tevhid etmeyi öğrenmek nedir? Kendini tek Allah önünde yakıp yok etmek. Gündüz gibi şulelenip parlamayı diliyorsan geceye benzeyen varlığını yak!Bakırı kimyada eritir gibi, varlığını, sana o varlığı verenin varlığında erit, yok et.
Sen sıkı sıkıya, “Ben”e ve “biz”e yapışmışsın. Yokluğa ve birliğe ulaşamamışsın, karşılaştığın bütün bu bozuk düzen işler, bütün bu perişanlıklar, bu yıkıntılar hep bu ikilikten meydana gelmededir.”
Ehlullah bu hikayeyi şöyle açıklıyor:
“…Bu latif fıkradaki Karvizinli ile arslanı, bazı moda müslümanlarıyle, onların müslümanlığını andırmıyor mu? Din’in sünnet ve adabını bir tarafa bırakalım, esaslarından olan namaz, oruç, zekat ,hac gibi feraizi göz önüne getirelim. Karvizinlinin temsil ettiği bu müslümanlara namaz denildi mi:
Aman efendim; günde beş vakit namaz, pek fazla zaman işgal ediyor. Hele soyunup abdest almak külfetli bir iş. Namaz iki vakte indirilse, rüku, sucud, kuûd gibi hareketler kaldırılsa, abdest almak için ellerin ve yüzün yıkanması kafi görüse pek a’lâ namaz kılınır amma böyle bir reform yapacak münevver âlim nerede? cevabını verirler.
Oruçdan bahsolundu mu? Aç durmanın mideyi rahatsız, sahibini de müteezzî edeceğinden, hattâ yemek mu’tâdının bozulması insanı zaîf ve hasta düşüreceğinden dem vururlar.
Zekât sözü geçti mi? Monşer! Her sene servetin yüzde iki buçuğunun verilmesi az şey midir? Şu iktisad devrinde bu hareket; isrâf değil de nedir? Hem benim malımda fukarânın ne hakkı olabilir? Onlar da çalışsınlar, kazansınlar! ukalâlığında bulunurlar.
Hac konusu açıldı mı? Çöl halkını geçindirmek için düşünülmüş bir tedbir! Ayağımızla gidip, elimizle onlari beslemeye ne mecburiyetimiz var? Hem öküz öldü, ortaklık ayrıldı. Arabistan bizim idâremizden çıktı. Öyle iken hâlâ mı onları düşüneceğiz, hâlâ mı onların Kâbe”sini tavafa koşacağız? diplomatlığını ederler.
Bu ukalâ taslakları bilmelidirler ki, din, bir Vaz-ı ilâhidir, yeni tabirle Allah”ın bir müessesesidir. Onun esas hükümlerinde hiç bir vakit değişiklik olamaz. Tenzilât ve tebdîlât ile meydana getirilecek bir meslek, belki ahmakları celbedecek bir mezheb olur. Fakat müslümanlıkla bir alâkası bulunmaz. Medeniyyetten bahsolundu mu, inkilâb prensiplerinden söz geçti mi: «Ya hep, ya hiç» diyorlar. Ezân-i MuhammedÎnin aslına ircâı dolayısiyle: Atatürkün prensipleri bozuluyor! diye az mı, yaygara edildi?
Doğru yapılmamış bir hareketin düzeltilmesine tehammül edemeyen bu gayretkeşler, Allah”ın emir ve peygamberin tebliğ eylemiş olduğu hükümlerin değiştirilmesinde beis gôrmüyorlar.
Madem ki, Avrupa medeniyyeti «Ya hep, ya hiç» imiş. Müslümanlık da böyledir. Ya ahkâminin hepsini tasdik ve tatbik etmeli, yâhud hiç biriyle alâkadar olmamalı, İslam câmiasından çıkmalıdır. Ötesinden berisinden kırpılmak ve beğenilmeyen hükümleri atılmak sûretiyle meydana getirilecek Müslümanlık, fıkradaki Kazvinlinin başsız, kuyruksuz, dişsiz ve pençesiz arslanı gibi olur ki; öyle bir arslan olamıyacağı gibi öyle bir din ve müslümanlık da olamaz. Allah öyle bir arslan yaratmamış ve ba’zı ukalânin keyfine göre tesis edilecek bir din vaz’eylememiştir.”