RAHMET KAPISI
Rahmet kapısına el açıp yüz sürmeye her kulun ihtiyacı var çok şükür. Güçsüzlüğümüzü ve ihtiyâcımızı ortaya koyarak Allah’a yalvarma, bir şeyin olmasını veya olmamasını isteme, yakarış ve niyazımıza duâ diyoruz. Dua bizim Allah’la olan mukaddes bağımızdır. Duâ, Allah’ın razı olacağı şeylere ulaştıran araçtır.
İtimat ve tevekkül telkin ettiği için insana psikolojik rahatlık verir. Allahın rızasına uygun duanın kabulü gecikse de yine kabul oluna cağından şüphe yoktur. Yeter ki O’nun kudret ve lütfunu kalbimizden çıkarmadan, sağlam ve temiz bir itikatla, Allah’a karşı acziyetimizin bilincinde ve kabul olunacağı inancında olarak dua etmek gerekir. Zira Kur’an-ı Kerim’de “Sakın Allah’ın rahmetinden; sizi sıkıntılardan kurtarıp feraha çıkaracağından, ümidinizi kesmeyin ve bilin ki, Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümidini keser.”[1] buyurulmaktadır. Yine bir başka ayet-i kerimede “Bana dua edin, size cevap verip duanızı kabul edeyim.”[2] buyrulmuştur. Burada şuna dikkat etmek gerekir, Allah er veya geç, olumlu ya da olumsuz cevap verecektir. Bizzat tecrübe ile sabittir. İsteğimizin zıddı vuku bulduğunda, bizim yaptığımız duayı zaman gösterecektir ki aleyhimize olan bir istekte bulunmuşuzdur, Allah bize daha hayırlısını vermiştir. Efendimizin (S.A.V.) “Dua, müminin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur.” sözünün üstüne dua hakkında başka söze gerek yoktur.
Duada insanın bütün acziyeti ortaya konmalıdır. Ehlullah, “Dua secdede makbul olur.” demiştir. Secdede insan benliğini yok etmiş, Hakk’ın karşısında, yaratıcısının önünde en kıymetli varlığı olan yüzünü yere koymuştur. Nitekim Allahü Zülcelal Hazretleri “Siz böylesine yüce olan Rabbine boyun bükerek için için yürekten yalvarın yakarın. Şüphesiz ki, Allah haddi aşanları, koyduğu kurallara aykırı dileklerde bulunanları sevmez.”[3]
Eskilerin bir sözü vardır “Ya hayır söyle, ya da sus!” diye. Allah’tan bir şey isteyeceğimiz vakit ne isteyeceğimizi bilmeliyiz. Ortada bir bela, bir musibet yokken kalkıp da “Allahım bize sabır ver diye dua etmek abestir. Yıllar önce Konya’da Zümrüt Apartmanı hadisesi olduğu vakit bir tanıdık, birçok yakınını kaybetmişti. Taziyeye geldiğimizde “Ben Allah’tan bana sabır vermesini dilerdim hep. Şimdi o duamla imtihan edilmekteyim.” demişlerdi. Sabır bela gelmeden istenmişti. Sabırın verilmesi için bela tecelli etmişti. Hz. Ali (K.V.) Efendimiz birgün “Allahım beni kimseye muhtaç etme’” diye dua eden birini görünce “Yahu sen ölmek mi istiyorsun? İnsan ihtiyaçtan müstağni değildir. Kişi yaşadığı müddetçe hem-cinsine muhtaçtır. Sen ‘Allah’ım beni kötülere muhtaç etme!’ diye dua et buyurmuşlardır.
Mesnevî-i Şerif’te bir anekdot anlatılır:
Efendimiz hasta bir sahabeyi ziyarete gider. Hal hatır sorduktan sonra
– sen ne dua ettin, bilmeyerek bir zehirli aş mı yedin? [Zehirli aştan kasıt; olumsuz bir dua mı ettin?] Hasta
– Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de hatırlayayım” dedi. Mustafa’nın (S.A.V.) nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı.
-Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim, şimdicek duamı hatırladım. Daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum. Sen, suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin. Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkân. Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki: Ey yaratan Allah’ım, Harut’la Marut ahiret azabından kurtulmak için Bâbil Kuyusunda azap çekmeyi dilediler. Ben de, Yarabbi, bana ahiret azabını hemencecik burada çektir de, O âhirette rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten dermansız bir hale düştü. Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de. Yüzünü görmeseydim; ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber; Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana lütfedip derdime ortak oldun da bu gamdan kurtardın” Peygamber,
– Ne yaptın? Sakın bir daha böyle duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıyıp sökme. Zayıf karınca gibi böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun, senin ne gücün var ki! dedi. Adam:
– Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.” diyerek pişmanlık duydu.[4]
Görülüyor ki Allah’tan bir şey isterken bize uygun olanı istemek ve çok dikkatli olmak durumundayız.
Kur’ân’dan, Efendimizden ve Hz. Mevlânâ’dan dua örnekleriyle sözlerimize nokta koyalım.
“Rabbenâ âtinâ fî’d-dünyâ haseneten vefi’l-âhirati haseneten vekinâ ‘azâbe’n-nâr: Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da âhirette de iyilik ve güzellikler ihsan et, bizi cehennem azabından koru.”[5]
“Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahme(ten) inneke ente’l-vehhâb: Ey Rabbimiz! Bize ihsan ettiğin hidayetten sonra kalblerimizi haktan saptırma, bize kendi katından rahmet ihsan eyle! Şüphesiz ki, Sen bol ihsan sahibisin.”[6]
“Rabbenâ-ğfirlî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmu’l-hisâb: Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana-babamı ve tüm müminleri bağışla!”[7]
Efendimize ait kaynaklarda o kadar çok dua metni vardır ki biz ancak bunlardan ikisini alacağız. Bu iki dua Hz. Mevlânâ’nın Evrâd-ı Şerîfi’nde de mevcuttur.
“Elhamdü lillâhi’llezi ahyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr: Bizi öldürdükten (uyuttuktan) sonra tekrar hayata kavuşturan Allah’a sonsuz hamd ü senâlar olsun. Herkesin dönüp dolaşıp varacağı yer, nihayet O’nun huzurudur.”[8]
“Allahümme bismike emûtü ve ahyâ: Yâ Rabbi, senin ism-i şerifini zikrederek ölür ve yine onunla dirilirim.”[9]
Hz. Mevlânâ güne başlarken veciz bir dua ile başlar:
“Allâhümme inne hâzâ halkun cedîdün. Feftahhü alâ bi tâatike. Vahtim alâ lî bi mağfiratike ve rıdvânik. Verzuknî fîhi haseneten tetekabbelehâ minnî ve tüzekkîhâ. Ve tüda’’ıfühâ ve mâ amiltü fîhi min seyyietin fağfirlî inneke entel ğafûr rahîm. Vedûdün Kerîm: Ey Allâh’ım! Bugün yeni yaratılan bir gündür. Bugüne senin ulûhiyetine layık bir ibadetle başlamamı bana nasib et, sana layık kulluk edemeyeceğim için affına sığınıp mağfiretine erip senin hoşnutluğunu kazanmakla günümü bitir. Bu günkü rızkım, bu gün yaptığım iyilikleri kabul etmen olsun. Beni Senin büyüklüğüne layık kulluk etmeme muvaffak et ve bu günde işlediğim günahlardan dolayı beni affet. Gerçekten sen Rahman ve Rahîm olup, günahları bağışlayıcı ve çok ihsan edicisin. Vedûdsun, Kerîmsin; kullarını çok seversin, kerem ve bağışlaman boldur.
Biz de bu dualara cân ü gönülden âmin diyoruz.
[1] Kur’ân: Yûsuf Sûresi, 12/87.
[2] Kur’ân: Mü’min Sûresi, 40/60
[3] Kur’ân: A’râf Sûresi, 7/55.
[4] Mevlânâ Celâddin-i Rumî, Şerh-i Mesnevi, Haz. Tahir-ül Mevlevi, Şamil Yayınevi, c. 8, s. 760-766, beyit 6408-6434’ten özetle.
[5] Kur’ân: Bakara Sûresi, 2/201.
[6] Kur’ân: Âl-i İmrân Sûresi, 3/8.
[7] Kur’ân: İbrâhim Sûresi, 14/41.
[8] Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemâili, 2004, s. 343.
[9] Yardım, a.g.e., s. 343
#M. Veysi Dörtbudak