Rüsûhi Baykara – Öğretmen, Şair, Yazar

Rüsûhi Baykara (ö. 1989)

(Öğretmen, Şair, Yazar)

TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA

Abdülbâki Baykara Dede’nin, Gavsi Baykara dışındaki çocukları hakkında kaynaklarda mâlesef yok denecek kadar az bilgi bulunmaktadır.1257 Rüsûhi Baykara’nın asıl adı Osman Selâhaddin Rüsûhi1258 olup 15 Temmuz 19131259 tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde dünyaya gelmiştir. Abdülbâki Baykara Dede’nin, ikinci eşi Emine Güzîde Hanım’dan olup aynı zamanda en kü­çük oğlu olan Rüsûhi Baykara, babasının yakın dostlarından Suûd Yavsî’nin belirttiğine göre, yaratılış ve huy bakımından babasına en çok benzeyen çoçuğudur.1260

Yenikapı Mevlevihanesi Son Postnişini Abdül’baki (Baykara) Dede’nin ortanca oğlu Mehmed Celaleddin Baykara (solda) ve küçük oğlu Rüsûhî Baykara başlarında dal sikkeleri ve sırtlarında hırkaları ile.

Rüsûhi Baykara, ilk tahsilinin ardından orta tahsilini Gedikpaşa Amerikan Orta Okulu’nda yapmış, ardından İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirmiştir. Rüsûhi Baykara, daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı/Türk Edebiyatı Tarihi Bölümü’ne girmiş ve 1940 yılında, “XVIII. Asır Şairlerinden Mehmed Esrar Dede, Hayatı, Tasavvufî, Edebî Şahsiyeti ve Eserleri” adlı mezuniyet tezini hazırlamak sûretiyle anılan bölümden mezun olmuştur. Hasan Âli Yücel’in Maârif Vekili olarak imzasının bulun­duğu diplomasında, Türk Edebiyatı Tarihi’nin yanı sıra Fars Filolojisi ve Felsefe Tarihi’nden de sertifika aldığı görülen Rüsûhi Baykara, mezuniye­tinin ardından bir kaç yıl Eskişehir’de edebiyat öğretmenliği yapmış, aka­binde İstanbul’a dönerek kısa sürelerle arşivde ve Türkiye İş Bankası’nda çalışmış, son olarak ise İstanbul Belediyesi’ne müfettiş olarak atanmıştır. Bu görevinde uzun yıllar çalışmış ve aynı zamanda, o dönemlerde İstanbul Belediyesi’ne bağlı olan konservatuvarda müdür muavinliği görevinde de bulunmuş olan Rüsûhi Baykara, 9 Nisan 1989 yılında İstanbul’da vefat et­miş ve Hâmûşân’da, babası ile annesinin de medfûn bulunduğu kabre defn edilmiştir.1261

 

Rüsûhi Baykara, arşivde çalıştığı dönemde ve 1947 yılında, Seyyid Mehmed Suheyb Efendi’nin kızı Ümmügülsüm Mutahhara Hanım (ö. 25 Şubat 2005) ile evlenmiş ve bu evlilikten 1948 yılın­da, asıl adı Nâsır Abdülbâki olan Bâki Baykara dünyaya gelmiştir. Âilenin tek çocuğu olan Bâki Baykara, hâlen Marmara Üniversi­tesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü’nde, eşi Zeynep Semâ Baykara ise Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadırlar.1262

Mehmed Celaleddin Baykara (solda) ve Rüsûhî Baykara.

Rüsûhi Baykara, ağabeyleri gibi resmî eğitiminin yanı sıra doğup büyüdüğü Yenikapı Mevlevîhânesi’nin ortamından da istifade et­miş, anılan dergâhta sikkesi tekbirlenmiş ve dergâhın türbedârı Ahmed Dede’den semâ meşketmiştir. Rüsûhi Baykara ayrıca, ken­disinden “Şeyhim” diye bahsettiği ve büyük bir hürmet beslediği Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son postnişîni Ahmed Remzi Akyürek Dede’den de hayli istifade etmiştir.1263

Oğlu Bâki Baykara’dan öğrendiğimize göre, Rüsûhi Baykara, fizikî özellikleri bakımından “Uzun denebilecek boyda, buğday tenli, bıyıkları uçlarından düzeltilmiş, saçları az dökülmüş olup koyu kahverenginde, kahve-ela arası göz rengine sahip, özellikle gençlik döneminde normal bir kiloda olup yaşlılık döneminde hayli zayıf­lamıştır.” Yine Baykara’nın bildirdiğine göre, mizaç bakımından, eskilerin “celâlli” dediği sert bir yapıya sahip olan, Mevlevî usul ve erkânı konusunda son derece hassas ve de tavizsiz davranan Rüsûhi Baykara, bazen “hiddetine hâkim olamayıp birilerini kırdı­ğında çok geçmeden gönül almayı da bilen bir karaktere sahip”tir.

Rüsûhi Baykara

Mevlevîlik ve sanatkârlığı edebiyat eğitimi ile birleştiren Rüsûhi Baykara’nın şairlik yönü de olup Türkçe ve Farsça güzel şiirler yaz­mıştır. Aynı zamanda yazarlık yönü de bulunan Rüsûhi Baykara’nın, 1950’li yıllarda çıkan ve aralarında Gül Mecmûası ile Yeni Tarih Dünyası’nın da bulunduğu bazı dergilerde, büyük oranda Mevlânâ ve Mevlevîlik üzerine yazıları yayımlanmıştır. Eskişehir’deki öğ­retmenlik yıllarında, son dönem ünlü şairlerimizden Ümit Yaşar Oğuzcan’ın hocası da olmuş olan Rüsûhi Baykara ayrıca, Abdülbâki Gölpınarlı’nın ünlü eseri Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik’in ha­zırlanması esnasında da ciddi katkılarda bulunmuştur. Onun bu yardımlarını Gölpınarlı’nın kendisi de eserinin başta önsöz kısmı olmak üzere birçok yerinde, kendisinden çok faydalandığını, on­dan birçok bilgi ve belge aldığını, kitabını yazarken her sûrette ve elinden geldiği kadar işini kolaylaştırdığını; hatta “Rüsûhi Baykara, kendisinde bulunan çok değerli vesikaları, Başbakanlık Arşivi’nden ve bu iş için topladığı kayıtları bize vermeseydi, birçok gerçekler anlaşılamıyacaktı”, demek sûretiyle belirtmiş ve bu katkılarından ötürü tekrar tekrar teşekkür etmiştir.1264

Rüsûhi Baykara, eşi Mutahhara Baykara Hanım ve oğlu Baki Baykara

Nezih Uzel’in bildirdiğine göre Rüsûhi ve ağabeyi Gavsi Baykara ayrıca, 1953 yılında Konya’da başlayan Mevlânâ ihtifallerinin kurucu kadrosu için­de yer almış; hatta her ikisi de zaman zaman posta oturmak sûretiyle üç yüz elli yıllık âile geleneğini devam ettirmişlerdir.1265 Yine Uzel’in kaydettiğine göre Rüsûhi Baykara, ağabeyi Gavsi Baykara’nın vefatından sonra, Konya’da yapılmakta olan anma törenlerin gidişatı konusunda kuşkuya düşmüş, gele­neğe olağanüstü saygılı ve taviz vermez tavrı sonucunda bu törenlerle iliş­kisini kesmiş ve aldığı bir davet üzerine Londra’ya giderek “Collect House” adlı bir kuruluşta semâzen yetiştirmiştir. Oğlu Bâki Baykara’nın belirttiğine göre Rüsûhi Baykara’nın Collect House ile ilişkisi, fasılalarla gidip gelmek sûretiyle bir müddet devam etmiştir.1266

 

Şiirlerinden Örnekler

 

Gazel-Nâilî’ye Nazîre

Nesîm-i gonca-güşâyız izâra dek gideriz
Hezâr-ı nağme-serâyız bahâra dek gideriz
Salınsa dilber-i ra‘nâ misâl-i kâmet âh
Gönül gönül diyerek kûy-ı yâre dek gideriz
Çözülse zülfü nigârın verilse bûyu yele
O rûhu nefh edecek bir diyâra dek gideriz
Ümîd-i bezm-i cemâlin olunca hicre çerâğ
Belâ belâ diyerek pâ-yı dâra dek gideriz
Fakîre lutf eder elbet Cenâb-ı Mevlânâ
Hevâ-yı remze uyar Kirdigâr’a dek gideriz 1267

Gazel-Destûr Hû1268

Derim Allah’ı seven Haydar-ı Kerrâr’ı sever
Güzelim şâhım Ali’m Şâh-ı Keremkâr’ı sever
Yanar aşkıyla gönül Bü’l-Hasaneyn’in el-hamd
Vâris-i sırr-ı Nebî Ahmed-i Muhtâr’ı sever
Nağme-i nây-ı İâhî duyulur kendinden
Nefha-i rûh-ı Ehad mazharı izhârı sever
Seyfi altında hayât buldu olup mü’min-i Hak
Kâfir ü Müslim’e rahmet ulu Hünkâr’ı sever
Nûrumuz bir dedi hakkında Resûl-i Ekrem
Mustafâ âşıkı tevhîd ile bir yâri sever
Cismi cismim kanı benden der hadîs-i Nebevî
Kâmil îmâna eren ekmel-i güftârı sever
Murtazâ aşkı demek kıble-i vahdet Kâbe
Baş koyan secdeye teslîm ile ikrârı sever
Meded ey Şâh-ı Velâyet meded ey hüsn-i ebed
Düşkün âciz kulunum dilde yanan nârı sever
Mevlevî râhına koymuş bu Rüsûhî cânın
Bilirim Hazret-i Hünkâr günehkârı sever 1269

Rubâi

Ehl-i aşkın âlem-i ma‘nâsı var
Muktedâsı ya‘ni Mevlânâ’sı var
Özge hâletdir tecellî eyleyen
Andelîb-âsâ gül-i ra‘nâsı var1270


1257  Rüsûhi Baykara hakkında temin edebildiği­miz bilgilerin büyük çoğunluğu oğlu Bâki Baykara’nın anlattıkları ile Mustafa Erdoğan’ın kaydettiklerine dayanmaktadır (HN).

1258  Rüsûhi Baykara’nın ismi gerek ilgili kaynak­larda, gerekse bizzat kendi yazılarında birçok farklı şekilde geçebilmektedir. Konuyla ilgili olarak Mustafa Erdoğan, “…Oğlu Bâki Bayka-ra, babasının adının nüfusta Resuhi olarak ka­yıtlı olduğunu; ancak Gölpınarlı’nın da ısrarı ve doğrusunun Rüsûhi olduğunu söylemesiyle ismini sonraları Rüsuhi olarak kullandığını nakletmektedir.” kaydına yer vermektedir (bk. Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 58). Bize de nakle­dilen benzer bilgiden hareketle, anılan ismin nüfus kaydındaki Resuhi değil, Rüsûhi şeklini tercih ettik ve kendi makaleleri de dâhil olmak üzere, geçtiği tüm yerlerde bu şekliyle verdik (HN).

1259  Rüsûhi Baykara’nın doğum tarihi, nüfus kayıt örneğinde rûmî olarak 2 Temmuz 1329 şeklin­de kayıtlıdır (HN).

1260  Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 58-59.

1261  Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 58-59.

1262  Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 62.

1263  Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 58.

1264  Abdülbâki Gölpınarlı, a.g.e., Ön-Söz, s. 173 (207 numaralı dipnot), 175 (209 numaralı dip­not), 178 vd.; Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 59.

1265  Nezih Uzel, a.g.m., s. 216; Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 62.

1266  Nezih Uzel, a.g.m., s. 216; N. Uzel, bu fasılla ilgili olarak bir diğer yazısında ise şu bilgile­re yer vermektedir: “Günümüzde uluslararası şöhrete kavuşan Konya Mevlânâ İhtifâli, elli yıl önce 1950’lerin başlangıcında adı geçen Mevlevî âileler tarafından kurulmuştu. Bun­ların arasında Yenikapılılar başı çekiyordu. O sırada Konya İl Halk Kütüphanesi’nde yapılan anma törenlerinde, Yenikapı Mevlevîhânesi son şeyhi Abdülbâki Baykara’nın iki oğlu Gavsi ve Rüsûhi Baykaralar görev almıştı. 1958 şeb-i arûsunda, rahmetli Gavsi Baykara’nın postnişîn olduğu bir semâ sırasında kardeşi Rüsûhi Baykara, onun oğlu ve o yıl 8 yaşında semâ çıkarmış olan Bâki Baykara, İstanbul’un beş Mevlevîhânesinden biri olan Bahâriye Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Selman Tüzün ve oğlu Hüseyin Tüzün salonda semâzenlerin arasındaydılar. Mutrıbta Yenikapı ve Galata mevlevîhâneleri kudümzenbaşıları Sadettin Heper ve Şakir Çetiner, Galata Mevlevîhânesi’nde ney üflemiş eczacı Halil Can bey, neyzenbaşı olarak kalabalık mutrıbta yerlerini almışlardı. Semâzenlerin çoğu Sivas, Afyon, Kütahya ve Manisa mevlevîhânelerinin son dervişleriydi­ler. O gece, o salonda, Mevlevî âyini icrâsında vazife gören herkes eski Mevlevî âilelerin ço­cukları veya yakınlarıydı. Bu muhterem kişile­rin çoğu bu gün hayatta değiller. Hayatta olan­lar ise asla yaşlanmadılar. Ruhları hep genç kaldı. Onların yaşları on sekizi aşmadı. Görevi ise giderek bedenleri genç olan yeni nesillere devrettiler…”, Nezih Uzel, “Mevlevîler 18 Ya­şında”, nezihuzel.com/5 Şubat 2009.

1267  Rüsûhi Baykara bu gazelini, şeyhi Ahmed Rem­zi Akyürek Dede’nin vefatı münasebetiyle ve Nâilî-i Kadîm’e nazîre olarak yazmıştır (bk. Mustafa Erdoğan, a.g.e.¸ s. 59-60).

1268  Bâki Baykara’nın bize anlattağına göre, babası Rüsûhi Baykara bu şiirini şu olay üzerine söy­lemiştir: “Bahâriye Mevlevîhânesi Şeyhi Hüse­yin Fahreddin Dede’nin kızı Destinâ (Sînem) hala ile Münir Çelebi’nin kızı Gülsüm (Öz-torun) abla bizde misafir iken babam, Alevî-meşrepliklerinin aşırı olduğunu söyleyerek her zamanki gibi onlara takılmış; hatta celal­lenmek sûretiyle biraz da kırıcı olmuştu. Ba­bam, hem maksadının onları kırmak olmadığı­nı belirtmek, hem de sanki ehl-i beyt aleyhtarı olarak anlaşılmak endişesiyle olsa gerek, gece boyunca zihninde ve gönlünde biriktirdi­ği mısraları, sabah uyandığında ilk iş olarak Destinâ hala ile Gülsüm ablayı çağırtıp onlara kaleme aldırmak olmuştur.” (HN).

1269  Mustafa Erdoğan, a.g.e.¸ s. 60-61.

1270  Mustafa Erdoğan, a.g.e., s. 61.