Hicabi KIRLANGIÇ
Semâ Göstermek
Şeb-i Arus yıldönümü geldi, her zamanki gelişiyle. Mevlâna’nın dünya sürgününden asıl vatanına dönüş gecesi Şeb-i Arus. Yani düğünü Mevlâna’nın. Düğünde şenlik yapmak, eğlenmek yadırganmaz. Mevlâna’nın düğününde şenlik yapmanın zevki de ayrıdır hani. Mevlâna’nın düğün olarak nitelediği vefat yıldönümlerinde ne zamandan beri böyle görkemli törenler yapılıyor, doğrusu tam olarak bilmiyorum. Bir televizyon programında bana bu minvalde sorulan soruya tahminlerime dayanan yuvarlak bir cevap vermiştim. Cumhuriyetten önce böyle olması beklenmez elbette. En azından milâdi takvim sonradan hayatımıza girdiğine göre hicri yıldönümlerinde Mevlâna’nın hatırlanması söz konusu olmalıdır eskiden. O hatırlanmanın da bugünkü gibi büyük etkinliklerle olmadığını söyleyebiliriz. Cumhuriyet dönemi devlet adamlarının Mevlâna’ya özel bir ilgi gösterdikleri biliniyor. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte Mevleviliğin merkezi bir süre Halep’e taşınmış olsa da Mevlevilik alttan alta yaşamıştır Türkiye’de. Yaşamıştır yaşamasına, ama o eski halinden eser kalmamıştır yine de. Tıpkı diğer tarikatlar gibi. Oysa tasavvufî eğilimler ve oluşumlarla bu oluşumların çevresinde toplanan kitleler, birer sivil toplum örgütüydü zamanında. Devlet üzerinde baskı kurabiliyor ve halkı ilgilendiren işlerde halkın sesi olabiliyorlardı. Önemli icraatlar yapılırken bu oluşumların tekerlere çomak sokması ihtimali yüksek olduğundan hepsi toptan kapatılmıştır tabii ki. Bu arada Mevlevilik de resmen yasaklı duruma düşmüştür. Fakat Mevleviliğin yapısı diğerlerinden bir ölçüde farklıdır ve çok geçmeden kendini kısmen de olsa ifade ortamları bulmayı başarmıştır. Bu başarıda Mevlâna’nın oluşumlar ve eğilimler üstü sayılabilecek kişiliğinin ve ölümsüz eserlerinin payı çok büyüktür. Sanırım Mevlâna’nın ruhu böyle bir pay sahibi olmaktan üzüntü duyar. Ancak ifade ortamı bulan Mevleviler, kendilerini ne kadar ifade edebilmiştir ve edebilmektedir? Bu önemli bir sorudur. Mevlevilere sormak gerekir. Bana sorulacak olursa ortadaki ifade Mevleviliğin ifadesi değil, Mevlevi makyajlı folklorik bir durumdur.
Başa dönecek olursak, aslında Mevlevilikte Şeb-i Arus törenleri birincil değildir; belki ikincil bile değildir. Öte yandan semâ, tarihteki pek çok tasavvufî eğilimde olduğu gibi Mevlevilikte de önemli bir zikir uygulamasıdır. Anlam olarak Arapça “dinlemek/işitmek”ten gelen semâ, zamanla sûfi sözlüğünde önemli bir yer edinmiş ve şiir ya da müzik eşliğinde icra edilen ve kısmen raksı da içeren zikrin adı olmuştur. En sonunda da Mevlevilerin zikirlerine özel ad haline gelmiştir. Dolayısıyla semâ bir zikir tarzıdır ve ibadet maksatlıdır. İslam âleminde âlimler ve mutasavvıf mütefekkirler arasında çokça tartışılmıştır tarihte. Bazıları böyle bir zikri sakıncalı görmüş, bazıları câiz saymıştır. Câiz sayanların hiçbirinin bugünkü semâ icralarını hayal edemediklerini düşünüyorum. Çünkü artık semâ, çoğu icralarda bir zikir olmaktan ziyade bir gösteri halini almış ve artık “semâ gösterisi” tabiri yaygın bir kullanıma kavuşmuştur. “İşitmek, görmek gibi [etkili]değildir” diye bir söz var. Galiba bu sözü kulaklarına küpe yapanlar, semâın kelime anlamına inat onu göstermeyi hedeflemişler.
Gerçek Mevleviler ortada görünmezken artık devletimiz, “Yeni Mevlevilik” diyebileceğimiz görkemli ve turistik bir tarikat sahibi olmuştur. Bu yeni tarikatın sloganı herkesçe bilinmektedir: “Haydi gel bizimle ol, biz semâ gösterelim sen seyret.” Yılda bir kez icra edilen ayine iktidar ve muhalefet, Mevlâna’nın bazı torunlarıyla el ele katılmaktadır.
Bütün bunlar oladursun, biz bu gösterilerle ve gösterenlerle hiçbir akrabalığı olmayan Mevlâna’nın eserlerini okumaya ve bu eserlerden Müslümanlık öğrenmeye gayret edelim. Vesselam.
[divide style=”2″]
#Hicabi KIRLANGIÇ