SEMAHANE SOHBETLERİ – A. Yılmaz Soyyer

YÜZYILDA SEMAHANE SOHBETLERİ

(MEVLEVÎ SOHBETİNİ ANLAMAK)

Yılmaz Soyyer*

Bu çalışmayla bir Mevlevîhânenin semâhânesinde yapılan sohbetlerin seyri ortaya konulacaktır. Sohbetin nasıl başladığı, nasıl geliştiği, hangi dînî ve tasavvufî motifler üzerinde yoğunlaştığı ve hangi konuları ihtiva ettiği incelenecektir.
Mevlevîlik, Selçuklu ve Osmanlı Devleti”nin en önemli bilgi ve san”at merkezlerinden biri olmasının yanı sıra aynı zamanda bir inanç merkezidir. İnancın kognitif yani bilgisel boyutu, medresede ele alınırken hem kognitif hem de estetik boyutu tekkelerde, dolayısıyla da Mevlevîhnelerde ele alınmaktadır. San”at eseri biçiminde objektifleşen inancın arkaplanını oluşturan bilgisel eğitim bu Mevlevîhânelerin çeşitli yerlerinde verilmektedir. Yani bir naatı, bir âyin-i şerîfi, bir saz eserini besteleyen Mevlevî, bu duygu yoğunluğunu oluşturan kognitif birikimi Mevlevîhanelerde almaktadır. Başka bir söyleyişle derûnunda subjektif biçimde yaşadığı inancı neyle, tamburla, udla objektifleştirerek geniş kitlelere yansıtan derviş ya da dede, bu kendi içinde oluşmuş inancın bilgi tarafını mevelevihanelerin semahanelerinde yapılan sohbetlerle kazanmaktadır.[1] Bu sebepten semâhâne, sosyo kültürel bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Semahane, Mevlevîlerin ibadet yeridir. Orada toplu halde namaz kılınır, Mevlevî ayini icra edilir ve sohbet edilir. Mevlevî sohbeti belirli bir düzen içerisinde sürdürülen tasavvuf dersleridir.
Burada ele aldığımız yazma eserin[2] başında bu sohbetin nasıl başladığı anlatılmaktadır: “Mevlevîliğe mensup olanlar semahanede toplanırlar. Şeyh efendi elini göğsüne koyarak selam verir, “sertarik” yahut “duacı dede” selamı salavat ekleyerek alır ve namazdan sonra sohbet başlar.
Sohbet bir mukaddimeyle başlar. Mukaddimede ilkin Hz Peygambere salavat getirilir:
“Mebde-i kainat, Muhammed Mustafa ra salavat” “Menşe”-i mevcudat Muhammed Mustafa ra salavat” “Melce-i usat Muhammed Mustafa ra salavat” (2a) “Masdar-ı kainat Muhammed Mustafa ra salavat” “Mefhar-i mevcudat Muhammed Mustafa ra salavat” “Mihr-i Enver-i Arasat Muhammed Mustafa ra salavat” “Sebeb-i nukuş-ı kainat Muhammed Mustafa ra salavat” “Bais-i erkam-ı mevcudat Muhammed Mustafa ra salavat” “şefiü”l-usat fi yevmi”l-Arasat Muhammed Mustafa ra salavat” (2.b) “Musahhihü”l-hasenat Muhammed Mustafa ra salavat” “Mukbilü”l-ızzat Muhammed Mustafa ra salavat” “Safuhun ani”z-zellat Muhammed Mustafa ra salavat” (3.a)
Yukarıdaki ifade biçimlerine bakarak Hz. Peygamberin kainatın ve mevcut olan her şeyin yaratılış sebebi, Yeniden diriliş meydanının nurlu güneşi, varlıkların övüncü, kainatın nakşolunuşunun sebebi, yeniden diriliş gününün şefaatçisi, yanlış fiilerin doğruya çeviricisi, küçük günahların bağışlayıcısı olarak algılandığı görülmektedir. Burada Mevlevî inancının yani İslam tasavvufunun temel dayanaklarından -ki bunlar ayet ve hadistir- biri olan Hz. Peygamber”in nasıl algılandığı ortaya çıkmaktadır.
Tasavvuf inancında tasavvufun başlatcısı Hz. Muhammed, aktarıcısı ise şeyh veya dede adı verilen mürşidlerdir. Her nev niyaz derviş, yani her Mevlevîliğe intisap etmiş kişi, bir gün mürşid yani şeyh ya da dede olabilecek biçimde eğitilir. Semahane sohbetlerinde işte bu mürşid için kullanılan ifadelerden bazıları şunlardır:
Matla-ı tecelliyat-ı zat u sıfat olan mürşid (5b) mirat-i rahman olan şeyh-i pür kemal(6a), şeyh-i kamil tercüman-ı hakdır.(7a) manend-i arş-ı rahman olan mürşid-i kamil (7b)
Burada İslam tasavvufunun temel kavramlarından biri olan tecelli ile karşılaşılmaktadır. Mevlevîlerin de inanç sistemi olan Vahdet-i Vücud”a göre her şey Allah”ın tecellisidir. Ama mürşid bu tecellinin en saf olduğu makamdır. Çünkü mürşid-i kamil, nefsinin bütün perdelerini temizlemiş, Rabbin tecellisini görebilen gözlere en iyi biçimde yansıtabilendir. Allah”ın zat ve sıfatının tecelligahı anlayışı mürşidin önemini gösterir. Çünkü tasavvufa göre evrende görülen sıfat tecellisidir ama mürşid”de görülen hem sıfat hem de zat tecellisidir. “Manend-i arşı rahman olan mürşid” de Rahman”ın arşının yani bulunduğu yerin benzeri olan mürşid demektir. Bu inanca göre Rahman Mürşid”de arş gibi istiva etmektedir.
Semahane sohbetlerinin muhatabı dervişlerdir, bunlara âşıklar da denilir. Yukarıda da belirtilen, mürşid-i kâmil olma yoluna girmiş kişilerdir. Sohbeti yapan dede, semahanede bulunan Mevlevîlere:
“Ey vahdaniyyete hazret-i zat-ı ahadiyyeti tahkik ve risalete Muhammedu”l-Mustafa alayhe salavatullahu”l-evfayı tasdik eyleyen müminin, muvahhidin (3b)” “Müşahedat-ı tecelliyat-ı cemal ile mecnun ve hayraı meftune-i sergerdan olan uşşak”
şeklinde hitab eder. Burada inançla ilgili iki boyut dikkat cekicidir: ilk olarak dervişlerin Allah”ın birliğine ve Hz. Muhammed”in peygamberiğine tahkik, yani kesin bir biçimde inanmaları gereklidir; ikinci olarak ise Mürşid-i Kamildeki Rabbin tecellisini görüp, bununla kendinden geçmiş olmak şarttır. İşte burada inancın hem bilgi hem de duygu, yani estetik boyutuna vurgu yapılmaktadır. Semahanede bulunanlara sık sık “Ey güruh-ı Mevlana” şeklinde hitap edildiği de görülmektedir.
Gerek mürşidi gerekse dervişleri tasvir eden hitaplarda bu estetik boyut her zaman mevcut olagelmiştir. Çünkü tasavvuf, inancın estetik biçimde objektifleşişinin gerçekleştirildiği mekanlardan biridir. Hayran olmak, aşık olmak, beğenmek, duygu ve estetik boyutla ilgili kavramlardır.
Semahane sohbetlerinin ihtiva ettiği unsurlardan biri de dualardır. Özellikle sohbetin sonunda dede dua cümlelerin söylemektedir.
Dede Efendi dervişlere “Allah”ın yardımının üzerlerine olması”, “kalplerini Kur”an ve hadislerin nuru ile temizlemesi” “Davranış ve sözlerini Hz. Muhammed”in getirdiği inançla uyumlu kılması” “hal ve tavırlarını Hz. Muhammed”in yoluna uygun eylemesi” (2.a) “sekerat-ı mevtlerini yani ölüm anlarını kolaylaştırması” “kelime-i şahadet söyleyerek ölüm yolculuğuna çıkarması, yeniden dirilişlerini yani haşr u neşri kolaylaştırması” “bu mecliste bulunanları cennete göndermesi” “Allah”ın cemalini göstermesi” hususlarında dua eder.(2.b)
Semahane sohbetlerinin bulunduğu yazma eserin muhtelif sohbetlerinde yer alan bazı dua cümlelerinden bazıları ise şöyledir:
“Hazret-i Rabbü rauf u rahim hepimizi kalb-i selim ile mazhar-ı eltaf-ı amim eyleye” “ahlak-ı hamide ile mevsuf evsaf-ı pesendide ile mekşuf nizam-ı halimizi tanzim eyleye” “dünyada merhamete ame eyleye” “ukbada selamet-i iman kamil iman vere” (3a) Rabbena eftah beynena ve beyne kavmena bi”l-hakk, ve ente hayre”l-fatihin (3b) Hazret-i celil ü cebbar cümlemizi dar-ı cahimden (cehennemden) dar-ı azab ve ikabından (cefa/azap) mehcur (uzak) eyleye, şefaat-ı uzma ile mahşur(haşr olunmuş/toplanmış), rahmet u mağfiretiyle mağfur eyleye cennet-i cemaliyle meşkur (teşekküre değer/makbul) niam-ı la yezali ile mesrur eyleye (7b) Cenab-ı rabbü”lalemin cümlemizi şakir olan bendeleriyle hemnişin niam-ı feradan (sayısız/tanelerce) ıyla kambin (mutlu) eyleye (8a)”
Semahane sohbetlerinde yukarıda belirttiğimiz her bir unsur ya da bölüm sohbetin tali kısmıdır, sohbete giriş ya da sohbetin bitişini süslemek amacındadır. Bu sohbetlerin ana bölümünü “konu” oluşturur. Bu tebliğde Semahane sohbetlerinin kaydedildiği kitabın ilk sohbetinin konusu örnek olarak ele alınmıştır.
Semahane sohbetleri kitabının illk konusu “Devran,zikir ve tesbih” üzerinedir. Bunlarla bağlantılı ve bunları takviye edici olarak ney üflemek de ele alınmaktadır.
Sohbetin konusunu yani “devran,zikir ve tesbih”i ele alan dede, bu sohbeti önce Kur”andan bir ayetle temellendirmektedir.:
Kuran:33/41 de “ya eyyuhellezine amenu”zkurullahe zikren kesiren// ve sabihuhu bukreten ve asilen” “siz ey iman etmiş olanlar Allah”ı çokça anın// ve sabah akşam onun şanını yüceltin”
Dede, bu ayeti “devran, zikir ve tesbih”in İslam inancına uygun olduğunu ispat için kullanmaktadır. Bu hususta şunları söylemektedir:
Kitap ile hal-i devranda tezkir ve tesbihe ruhsat buyurulduğu bu ayet-i kerimeden istinbat buyurulmuştur. Kuran sünnet icma-i ümmet ve kıyasen devran ile tezkir ve tesbihe ruhsat buyurulmuştur (3b)
Dede efendi sohbetin devamında başka bir ayetten de konuya delil getirmektedir. Zümer39/75 “ve tera”l- melaikete hafine havli”l-arşi yusebbihune bi-hamdi rabbihim ve kudiye beynehüm bi”l-hakkı ve kıyle”l-hamdu li”llahi rabbi”lalemin”
Dede bu ispat faaliyetinde bulunurken şunları söylemektedir:
“Meleklerin de arşın çevresinde dönerek Rablerini övgü ile andıklarını görürsün. İnsanlar arasında hak ile hükmedilir ve: “Hamd alemlerin Rabbine mahsustur” (7.a)
Müslüm ve Buhari de geçen ve Hz. Ayşe”den nakledilen “Her an Allah”ı zikretmek kalbi selamete ulaştırır” şeklindeki hadisi de bu konuyu ispat için kullanmaktadır.(4.a)
Sohbeti yapan dede efendi, İmam Gazali, Davudu”l-Kayseri, Necmeddin Kübra, Cüneydü”l-Bağdadi, Mağrufü”l-Kerhi, Bayezidü”l-Bistami, Abdü”l-Kadie Geylani gibi mutasavıfların da sema ve devrana icazet verdiklerini belirtmektedir. Sohbetin geri kalan kısmında Hz Mevlana”nın mesnevisinden alıntı yapılan beyitlerle, sema devran ve ney üflemenin önemi vurgulanmaktadır.
Aynı konunun işlendiği başka bir sohbette ise:
“Hadis şarihleri buyurmuşlar ki: ehl-i cennet dar-i naimde niam-ı ferdan ile mütelezziz ve sohbet üzere iken Hazret-i Hak bi”l-iltimas sema eylemede telezzüz itsünler içün taht-ı arşdan bir bad-ı hayat irsal buyurub eşcar-ı cenneti tahrik etmekle üzerlerinde olan avaz icrasından nale-i hub ve sada-i mergub zuhurunda telezzüz ve tevacid ederler.(8a)// Hadis yorumcuları derler ki: Cennet”te bulunanlar cennet nimetlerinden zevk alırlarken cennet ağaçları hareketlenerek muhteşem bir ses duyulur. Cennet ehli bundan lezzet duyarlar. Neyzen dedeler de dem-i enfas-ı hayat ile manend (benzer)-i ecras (çanlar) neyleri tahrik ve nağamata ağaz edince güruh-ı Mevlevîyye dahi sema-i safaya serefraz olurlar. Aynı şekilse neyzen dedeler neyleri seslendirince güruh Mevlevîyye de lezzet duyar.” Şeklinde bir yorumda bulunulmaktadır.
Sohbeti yapan dede konuyu Hz. Mevlana”dan seçtiği beyitlerle tamamlamaktadır:
Hemçü ney zehrî ve tiryakî ki dîd
Hemçü ney demsaz müştakî ki dîd
 
Hiç kimse ney gibi bir zehir ve tiryakı görmedi
Hiç kimse ney gibi bir demsaz ve müştakı görmedi (5a) 
Sohbet eden dede efendi ney konusunda aşağıdaki yorumu getirmektedir:
“Neyi bir şeyden müste”ar tutmayub kendü hakikati üzere haml ile silk-i neyde olan makamat ve perdeler kalbe arız olan perde-i kesreti heng edip (çalmak/gürültü) tevacid ile dergah-ı Hakka ve niyaz u sema” vahdeti ele getirmeye ağaz ettirüb istima”-ı nağmat-ı naliş-i ney ve saday-ı suziş-i huy-i hay cezbat-ı eşvak-ı halatın ziyade ederse salikine tiryak-i mihr olur.” (5a) Ney ancak ve ancak kendisidir, kendi hakikatiyle vardır. Neyin üzserinde olan makam ve perdeler kalbin hatalığı olan kesret perdelerini sesleriyle açarak bir vecd sağlar. Bu da müridi dergah-ı Hakka ulaştırır.”
Başka bir beyitte ise
Ney hadis-i rah-ı pür-hun mi-koned
Kıssahay-i aşk-ı Mecnun mi-koned
Ney kanlı bir yolu anlatır, Mecnunun aşk hikayelerini söyler. (5b) denilmektedir. Bu beyit Mevlevîlik ve neyin nasıl da özdeşleşmiş olduğunu gösteren güzel bir ifadedir.
Sonuç olarak semahane sohbetlerinin bir tasavvufi eğitim yeri olduğu görülmektedir. Bu eğitim, tasavvufun, dolayısıyla da Mevlevîliğin eğitiminin nasıl yapıldığını belirtmektedir. Mevlevîlikte, binbir günlük çile doldurmak, matbahda çalışmak ya da dergahın çeşitli yerlerinde görevle almanın yanı sıra, semahane sohbetleri de dervişin eğitiminin bir parçasıdır.
 
* Yrd. Doç. Dr., S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
 
Notlar
[1] Subjektif inancı objektifleşmesi konusunda geniş bilgi için bkz. Ünver Günay: Din Sosyolojisi. İnsan Yayınları, İstanbul 1998: 209.
[2] Mustafa el-Mevlevî Güzelhisarî, Mine”l-Mecâlisi”l-Mevlevîyye, Süleymaniye Kütüphanesi Halet Efendi Bölümü nu:409, 18 Şaban 1243