Şiir ve Din: 22
SEVİNELİM ÇÜNKÜ ALLAH VAR
Bir gazete makalesi şöyle başlıyordu:
“İngiltere’deki bir grup ateistin Londra otobüslerine “Muhtemelen Tanrı yok. Endişelenmeyi bırakın ve hayatın tadını çıkarmaya bakın” yazılı ilanlar asması, son aylarda epey gündeme geldi.” (bk. Mustafa Akyol, ‘Sevinin, çünkü Allah var’, Star, 02.02.2009)
Bu ilânda Allah’ın yokluğu fikri, “endişelenmemek” ve “hayatın tadını çıkarmak” için bir gerekçe sayılıyor. Gerçekten öyle mi acaba?
Şöyle düşünenler olabilir: Allah’a ve dine inanmak, insanı hayatın lezzetlerinden alıkoyar, neş’eyi öldürür, insana keder ve karamsarlık verir. Mesela Ortaçağ Katolik Kilisesinde böyle din yorumları görülmüştür.
Ancak neş’eyi Allah’ın rahmetinin bir yansıması olarak teşvik eden din anlayışları da vardır. Günümüzün Batı Hıristiyanlığında ve İslam’ın özellikle tasavvuf yorumunda buna rastlanır.
Eğer İngiliz ateistlerinin düşüncesi doğru olsaydı, inançsızların dindarlardan daha “endişesiz” olması gerekirdi. Dolayısıyla “stressiz” bir hayat sürmesi beklenirdi.
Oysa psikolojik istatistikler şöyle diyor: Dindar insanlar diğerlerine kıyasla ortalamada daha mutlu bir hayat sürüyor. İntihar dindarlarda dört kat daha azdır. Hayat boyunca daha az psikolojik sorun yaşıyorlar.
“Tanrı yok” deyip “başına buyruk” yaşayınca, mutluluk zorlaşıyor.
O halde şöyle bir slogan, hayatın gerçeğini bize daha iyi anlatır: “Sevinin, çünkü Allah var. O’nu bilerek yaşayın ve mutlu olun.“
Ziya Osman Saba, Allah inancıyla mutlu olan şâirlerimizdendir. “Rabbim nihâyet sana” şiirinde şöyle der:
Rabbim, nihâyet sana itaat edeceğiz…
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
Belki her sabah vakti, belki gece yarısı,
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz…
Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.
Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar,
Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz.
Gece değmemiş semâ, dalga bilmeyen deniz,
En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
Ümitler içindeyim, çok sükür öleceğiz…
Görülüyor ki şâirimiz için ölüm korkulacak bir son değildir. Tam tersine, huzur ve sükûnetin hakim olduğu bir hayatın başlangıcıdır. Hattâ ona göre, ölüm olmasa hayatın da anlamı kalmaz. Hz. Mevlânâ da öyl e demez mi: “Bil ki iyiler ölünce kaybolmaz, Allah geri gel diye ferman etti mi gelirler.” (Mesnevi, c. III, b. 1762)
O, dünyayı şöyle görür: Burada iki yüzlülük, aşırı ihtiraslar hâkimdir. İnsanlar birbirlerine karşı kötülük yapıp durmaktadırlar. Ebedî saâdetin hâkim olduğu tek yer âhirettir.
Ziya Osman Saba’nın “Ahret” başlıklı bir şiiri de vardır:
Bu garip dünyâda ben yadırgadım yerimi…
Yillardan sonra bir gün, görüp çektiklerimi,
Tanrım, bir meleğine emredecek: “Yetişir!”
Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım.
Beni bekleyedursun bir köşede yatağım;
Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir.
Bir yükü atmış gibi, içimde bir hafiflik,
Oraya geçmek için aşacağım bir eşik,
Bir lâhza tutacağım bana uzanan eli.
Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak.
Onları bulacağım… Ve annem şaşıracak:.
“Oğlum! Ne kadar da büyümüş ben görmeyeli.”
*
İnancın mutluluğa yol açtığını söylemiştik. Çünkü inanan Allah’ı sever. O’ndan eserdir diye, gördüğü her şeyi sever. Kur’an’da sık sık “Görmüyor musunuz, ibretle bakmıyor musunuz?” hitapları yer alır.
Bunları çoğumuz biliriz, ama bir türlü içselleştirip hâl edinemeyiz. Hâl edinenler: “Dağlar ile taşlar ile / Çağırayım Mevlâm seni / Seherlerde kuşlar ile / Çağırayım Mevlâm seni” demişlerdir.
Bu anlayışın çağımızda da örnekleri vardır. Ziya Osman Saba’nın “Hayret” şiirine böyle bakabiliriz:
İlk defa bakıyorum, Rabbim her şeye.
Yeryüzünü yeniden görür gibiyim
Bakıyorum renkler var: Mâvi, yeşil, mor,
Gökyüzünde bulutlar uçup gidiyor.
Yollarda insanları, kuşu köpeği,
Öğreniyorum yeni baştan sevmeyi.
Şu âlem ayân ettiğin bize,
Ağaç, yol, yaprak meğer her şey mucize!
Anlıyorum her bir işte merâmını,
Sevmeyi, ölmeyi, ömrün devâmını.
Anlıyorum, şu kuş neden yuva yapıyor.
Anlıyorum, Allah’ım, kalbim niçin çarpıyor.
“Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam mübârek bir kuldur. Akarsu neredeyse orası yeşerir; nerde gözyaşı dökülürse oraya rahmet iner.” (Mesnevi, c. I, b. 819-20)
Ziya Osman Saba, gördüğü her şeyin bir amaç için yaratıldığını fark eder. Böylece içini büyük bir huzur kaplar. Ağaç, kuş, çiçek tabiatta bir ahengi sağlıyor. Hayat ve ölüm de böyledir. Bunlar birbirine zıt gibi görünse de, aslında birbirini tamamlamaktadır. Şâirimiz yaşama sevinciyle doludur. Onun “İyilik” şiiri şöyledir:
Sabah… Ah şükrederek çıkmak geceden.
Ayak bastığım kıyı, yeniden doğuş.
Sabah, beliren evim, bahçeler ve sen,
Henüz uyuyan dallar, havalanan kuş.
Bu sabah bilmiyorum bu kırlar nere?
Çamlardan çimenlere dökülen sükûn.
Geçen ömrümü bana söyleyen dere,
Sessizce yaşamayı öğreten koyun.
Bir yol başlıyor gibi, ümitli, rahat.
Tanrım! bu sabah içim senin eserin:
İyilik, teselliler, merhamet, şefkat…
İçimde bir sabahın, o kadar serin.
Bilinmez sevgililerle yıkanan gögüs.
İyilik… Ürperişi vücutta ruhun.
İyilik… Beyaz koyun, gülümseyen yüz,
Şu bahar, mavi gökler, yemyeşil sükûn.
Bu sabah gözlerimle okşadıklarım,
Her şey, bütün tabiat, ağaçlar, dere,
Ey bütün sevdiklerim ve sen ey Tanrım!
Titrek elleri öpmek, kapanmak yerlere..