TAHAKKÜM

TAHAKKÜM

Bir bey, hamama gitme lüzumunu duydu… seher çağı, kölesine “ Sungur, uyan başını kaldır.
Hamam tasını, peştamalı, havluyu, kili al da hamama gidelim, haydi” diye seslendi.
Sungur, hamam tasıyla iyi bir peştamal ve havlu aldı. Beraberce yola düştüler.
Yolda bir mescit vardı. Ezanda okunmaktaydı. Sungur ezan sesini duydu.
Namaza pek düşkündü. Dedi ki: “ Ey kuluna iltifatlarda, ihsanlarda bulunan beyim, sen şu dükkanda birazcık otur da ben namazı kılıvereyim.”
Bey, dükkânda oturdu. İmamla cemaat namazı kılıp camiden çıktılar.
Sungur kuşluk çağına kadar içerde kaldı. Bey, bir müddet bekledi.
“ Sungur, niye dışarı çıkmıyorsun?” diye seslendi. Sungur, içerden “ Efendim, koyuvermiyorlar.
Birazcık daha sabret, şimdi geliyorum. Beni beklemekte olduğunu biliyorum, unutmadım” dedi. Bey, tam yedi kere seslendi, bekledi, bekledi, seslendi. Nihayet Sungur’un bu cilvesinden usandı, âciz kaldı, sabrı tükendi.
Sungur, beyin her seslenişinde “ Efendim, dışarı çıkacağım ama daha koyuvermiyorlar” diyordu.
Bey “ Yahu, mescitte kimse kalmadı koyuvermeyen kim, seni orada kim tutuyor?” diye bağırdı.
Sungur dedi ki: “ Seni dışarıdan içeriye sokmayan yok mu? İşte beni de içerden dışarıya çıkarmayan o.
Sana içeri girmeye izin vermeyen, benim de dışarı çıkmama mâni olmakta.

Senin bu tarafa adım atmana müsaade etmeyen benim de dışarıya adım atmama mâni oluyor!”
Balıkları karaya çıkarmayan deniz, karadakileri de denize sokmamakta.
Balığın aslı sudan, öbür hayvanların aslı topraktan.
Bu işte hile ve düzene başvurmanın, tedbirlere girişmenin faydası yok ki!
Kilit pek kuvvetli, açıcı da Tanrı. Teslimiyete yapışa gör, rıza göster!

Tedbirini unuttun mu pirinden o taze bahtı bulur, devlete erişirsin.
Kendini unuttun mu seni anarlar… kul oldun mu azat ederler.
Mesnevi.III.3055-3075

Hikayede bir bey ve ona tabi olan bir köle var. Bir de asıl karar verici olan, beylerin de her şeyin de üstünde olan, her türlü görünmeyen bağların, kilitlerin oluşturucusu ve açıcısı bir Yaratıcı.

İnsanız, insan olmanın komik tarafları var. İnsanın en büyük yanılgılarından birisi akılla her şeyi çözeceğine inanması. Tüm bilgi ve belgelere ulaşıp evrene şekil vereceği, evreni ve kainatı kontrol edebileceği yanılgısı. Herkesin elinde görece güçler var. Herkes bu yanını terbiye etmediği sürece kontrol ve tedbir peşinde koşar. Hepimiz tahakküm arzusunda ve peşindeyiz. Emrinde milyonlar olan idarecilerden tutun da beş kişi çalıştıran amele başına kadar. Kimseyi kontrol edemezsek bir çocuk, eşler, bahçedeki çiçekler, evcil hayvanlar, eşyalar üzerinde denetim kurmaya, şekil vermeye çalışırız. Kendi bedenimiz mesela. Kontrol ve tahakküm olayını abartmış olanlarımız bir de bunu dış dünyada yeterince tatmin edemezlerse bedenlerine yönelir , küçük bir sivilceyi abartır kötü bir şey olacak kaygısıyla olur olmaz şeyler yaparlar. Yapı takıntılı hale gelir. Ocağı, tüpü, kapıları kontrol etme gibi belirtiler çoğalır.

Bu tür yapıların dayanamadığı her şeyin kontrolden çıkacağı ve istedikleri gibi şekil veremedikleri dünyada, emniyetsiz olacakları ve zarar görecekleri, istemedikleri şeylerle karşılaşacakları duygusudur. Bu aslında bir illüzyondur. Nefsin arzusudur. Nefs çakma Tanrı olduğu için gerçeğinden rol kapmaya çalışır. Yapamayınca da kendini kandırıp semboller seçip onda kontrol oluşturmaya çalışır. Bir çocuğun oyuncak bebeğiyle annecilik oynaması, oyuncak tabancayla polis olması gibi.

İbadetler ve Allah’la ilişki de böyle. Her şeyin kendi kontrolünde olduğunu zanneden biz zavallılar Allah’la olan ilişkimizi de biz belirliyoruz zannederiz. Sanki ibadetleri, farzları, haramları, sınırlarımızı sadece biz belirliyoruz yanılgısındayız. Cami kapısından giremeyenler, zikir halkalarına dahil olamayanlar, güya istekli bile olsalar bir tarih belirlerler kendi kafalarınca. Emekli olunca, şu işleri halledince gibi. Bu da bir nevi ben istediğim zaman yapacağım, neyi ne zaman yapacağıma ben karar veririm inancından kaynaklanır, yani kontrol bende olmalı çocukluğu.

Böyle yapanların da hikayede olduğu gibi yine beyleri efendileri vardır. İşin tuhaf tarafı gerçek efendiye ulaşamayanın çok daha fazla beyi olur. Başta kendi nefsi sonra annesi babası, çevresi, toplumsal kurallar, para vs. Ve biraz dürüstçe baksalar olan bitene yedi kocalı Hürmüz’den farkları olmadığını göreceklerdir.

Böyle olunca da gerçek Tanrı onları yanına sokmaz ve onlar da eğilmeyen boyunlarıyla varlık aleminde yüzer. Oysa erlik bir şeyin gerçeğini bulup ona tabi olmaktır.

Ne kadar gafiliz. Allah bize kendi yakını olmayı nasip etmeyince nasıl rahat ederiz, ediyoruz. O’nun önünde başımızı secdeye koymayınca başımız yukarıda mı ki? Kimlere ve nelere boyun eğdiğimizi bilip de inkar etmiyor muyuz? Çok zavallıyız.

Hikayeye dikkat edilirse gerçek olmayan efendiler, gerçeğine yakınlaşınca sizi kınar ve azarlarlar. Alay etmeye olmazsa şiddete kadar giderler. Çünkü güneş doğunca bütün sahte parıltılar kaybolur. Allah onların egemenliğini yere çalar.

Sungur sonunda yüzleştirdi efendisini. Gerçek efendi sen değilsin ve asıl efendini tanımazsan dışarıda kalırsın dedi. Ben de seçmek zorunda kalınca seni seçmem. Sungur böyle yapınca cezalandırılır mı beyi tarafından, maaşı mı kesilir, ona fazladan yükler mi yüklenir? Kim bilir? İmtihan dünyası.

Sungur da, beyi de çoktan toprak oldu. Sungur şahsiyetiyle göz doldurdu. Mesnevide zikredildi bize ibret oldu. Bey kim onu bile bilmiyoruz.

Şimdi anladık ki. Tanrı bir tane. Çakma tanrılar, yüzlerce binlerce. Bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini söyleyen sürüyle tahakkümcü.

Çakmalarından hala korkuyorsak, teslimiyet ve rızayı öneriyor Hz Pir.

Korkudan değil korkuyu da yaratandan kork diyor.

Seçim bize kaldı. Sonucu ve sorumluluğu da.

Özgürlük kullukta.