Birisinin bir koçu vardı. Boynuna bir ip bağlamış, ardından çekip götürüyordu. Bir hırsız geldi, ipini kesip koçu götürdü. Adam haberdar olunca, koçu nereye götürdü diye sağa sola koşmaya başladı.
Hırsızın bir kuyu başında eyvahlar olsun diye feryat etmekte olduğunu gördü. Dedi ki: Üstat, neden feryat ediyorsun?Hırsız, kuyuya altın torbam düştü. Çıkarabilirsen sana gönül hoşluğu ile beşte birini veririm.
Yüz altının beşte birine sahip olursun dedi. Adam, bu tam on koçun değeri.
Bir kapı kapandıysa on kapı açıldı. Bir koç gittiyse Allah, ona karşılık bir deve ihsan etti ,deyip ;
Elbisesini çıkarttı, kuyuya indi. Hırsız da derhal elbiselerini alıp kaçtı.Yolu köye çıkaracak bir tedbir gerek. Yoksa insana tamah tohumunu getiren tedbire tedbir demezler.
Tamah huyu fitneden ibaret bir hırsızdır ama hayal gibi her an bir surete bürünür.
Onun hilesini Allah’tan başka kimse bilmez. Allah’a kaç da o alçaktan kurtul! Mesnevi.6.467-77
Mal kendimize bağlayıp çekip götürdüğümüz ya da omzumuza, sırtımıza yükleyip taşıdığımız bizden olmayan, bize ait olmayan şeylerdir. Çekip götürdüğün koç, ondan nemalanmak için, onu göstermek için, kendine bir paye edinmek için yanında taşıdığın her şeyi temsil eder. Nasrettin Hoca’nın ye kürküm ye hikayesinde olduğu gibi başkalarının yanında seni diğerlerinden ayıran, daha önemli yapan, daha fazla yapan, itibar göreceğini umduğun, sana ilave bir şey.
Başındaki külah gibi. Rüzgar esince seni terk eder, senden uzaklaşır. Önemli olan o gidince kalandır aslında. Başın kelse ve ondan utanıyorsan külah gitmesin diye ödün kopar. Varlığın dışında ilave her şey o gidince utanacaksan eğer aynı zamanda korunması ve üzerinde titrenmesi gereken bir yüke de dönüşür.
Mesnevi’nin bir başka yerinde malın eninde sonunda insanın kendisini boğan ve zehirleyen bir şeye dönüşeceği, dağdan getirdiği ejderhayı insanlara gösterip para kazanmak ve şöhret sahibi olmak isteyen adamın hikayesinde anlatılır.
Mal, daha doğrusu insana ilave her şey, insanı taşıyan ve düşüncesinin gönle girmediği yerde durduğu veya durdurabildiği sürece sorun oluşturmaz. Tıpkı gemiyi üstünde taşıyan sular gibi. Sorun, suyun geminin içine girdiği yerde başlar. Eninde sonunda gemiyi batırır.
Kur’an’da Hz İsa döneminde rızkın insanlara zahmetsiz gönderildiğini ancak insanların ileride ne olur olmaz diye gelenlerden bir kısmını saklayıp biriktirdikleri bu yüzden de gelen rızkın kesildiği anlatılır. Güvensizlik ve insanın Allah’tan ziyade kendi çabası ve düşüncesini öne çıkarmasının sonucudur bu.
Yukarıdaki hikayede koçu ardında taşıyan adamın onu kaybettiğindeki davranışı normal. Sonuçta hayat dediğimiz şey yitirdiklerimizi arayıp durmak bir bakıma . İnsan sahip olma ve mülk edinme telaşı ile birlikte bir yandan da kaybetme endişesi ve kayıplarını telafi etme çabası içindedir. Ancak hikayede kınanan davranış yitirdiğini bulmak için çabalarken tamah yüzünden yeni bir oyuna kurban olmak.
Tamah açgözlülük, gözün doymaması olarak tarif edilir. Aklın önüne geçer ve aklın olmadığı her durum mağlubiyettir. Olgunluk duyguyu akılla yönetebilme kabiliyeti demiştik daha önceleri. Tamah öyle bir tabiat ki daha çok kazanma kaygısı eldekileri de götürür.
İnsanı ana rahmine koyan, can veren, zamanı gelince dünyaya gönderen, sebepler yaratıp besleyip büyüteni unutmaktır aslında Tamah. O yüzden çaresi de unuttuğunu hatırlayıp yeniden O’na sığınmaktır.