Tebriz’e Sesleniş
Ey Tebrizli Şems !
Geldin de hânümânım harâb ettin
Semt-i aşka yol ettin
Yâr u yârânım el etek çekti hânemizden
Taşra bakmak ne lazım
Elin gitmez oldu bu yanmış sînemizden
Ey perende!
Geldin de bu Mollanın yüreğinde senden gayr’a muhabbet kalmadı
Geldin de, gayrıyı geçtim, cânımda nâm u nişân kalmadı
Sen geldin ya ağyâr ile dolu bu sinem tenhâ sokaklara döndü
Bir sen kaldın,bir de ben …
Aldın ya bir güneş gibi sıcak harîmine
tüm yıldız görünenler söndü…
Hani sadece köpek seslerinin duyulduğu
Konyanın ayaz vurmuş gecelerinde,…
Yırttığında tüm perdeleri…
Beni….
Seni….
Tedbîri…
Çıkardın ya aradan
O simsiyah gecenin âk pâk dolunayı altında
Ne ben kaldım ne sen….
Bir tek O…
Her dem taze ,her dem yakan,
her dem yıkan…ve yapan…
Hay ve Bâkî….Yaradan…
Dinlerken sessizliğin sesini
ve üflenirken ezel mizmârı,
aşıkların “yâ leylî” sadâları ulaştı da gönül kulağımıza
Artık ne söze hâcet kaldı ne saza….
Dil dudak deprenmeden sözü iştenler hâlelendi sokağımıza…
Ey Tebrîzin mahfî sultânı !
Ben ki Mollâ-yı rûm….
Nice dem eğlenmişken medreseler içinde
Ve bulmamışken sadra şifâ bir nefes,
duymamışken ezel sırlarının habercisi
lâhûtî bir ses,
Kurdun ya meyhâneni şehrin orta yerine
Buldun ya bir teşne gönül ten kafesinde
Bildin de dilencidir şarâbın zerresine
Rehin aldın da ilmimi, amelimi
Varımı,yoğumu.. azımı ,çoğumu….
Ve şimdi nehirler çağlar Konyanın sînesinde
Yâr görünende
Candan geçen âşıkta tâkat mı ola
Titrek ellerimden,sunduğun kadeh de düştü…
saçıldı ortaya meyler…
Ne mey kaldı meydan da, ne kadeh…
Birbirine karıştı…
Âşık ettin…
Mâşuk ettin…
Ama sen gittin….
Ama sen gittin ya…
Mollay-ı rûm cihânı neyler
Ayrılığa bir sırdaş kaldı…
Şimden geri
üflene neyler…
Âşıklar kervânına durmak m’olur
Yâr kokusun duyanda
İlallâh ve minallâh seyreyler….
Ey Hançeri keskin,zahmı derîn!..
O siyah gece misali gözlerine daldım da
Aklım zâil oldu…
Bilmez oldum kim âşıktır ,kime âşık
Bildim ya… buldum ya
Bütün kevn ü mekân âşık…
Ey Şems!
Âh ki sen bu rûm hâcesini neyledin
Geldin de zerreni zerreme gark eyledin
Derdimi dermân eyledin derde
Arada ne berzah kaldı ne perde
Ne renk fark oldu ne koku
Renksizliğin renginde sebât ayağımı çaktın da şeriatın orta yerine
Ve dolaştım ebede dek
Göründü çeşm-i dil’e hakîkat;
cümle renkler ; tek doku…
Devr eylerken bu mülkü özümde
Ezel mestâneliği uyandı cân gözümde
Uğrattım yolumu her güzelin ocağına
Ateşe verip varlığı, bırakıp yokluğun kucağına
Semâyı eyledim safâ
cânıma kıldım şifâ
beklemez artık bu dil
başka lütuf ,başka atâ
Ey yâr-ı cefâkâr
Bir dolunay doğdu,
yüreğimde buhurdanlar tüterken…
Dillerim lâl iken inletip rebâb ettin
inleyen niyâz ile yüreğim kebâb ettin
yetmedi….
Eşik ettin,yol ettin,
Yolunda türâb ettin,
bâb ettin,,,,
Muhammed kokusun fâş ettin…
sırlayam dedim olmadı,
nidâ ettin;
Öyle ya; âşikâre yanmalı âşıklara ihfâ nedir….
Ey tebrizden yanan nâr!
Ey tebrizden gelen yâr
Bak gel
Yine yüreğimi yar…
Dûr olma gözümden
Gör ki bu cân bu ten her dem çeker bin âh
Ve her dem de bin zâr…
Ey nazarı şifâ! Ey bâzârı hafâ
Ey nakdi Vefâ ,Ey kârı safâ
Yine gel
Artık suya verecek ne ciltler kaldı,ne sayfalar…
Gönülde bir hâtıran,
kanımdan mürekkep var
Feyzinden bir ok; kalem yâr…
Yazılan bir tek satır;
Sen kokmayan bu şehir bana dar..
Yine gel
Ve yine yüreğimi del…
Sen gittin ya
Dönesin diye
Göz yaşımı akıttım ardından sel,sel
Kıblem Tebrize döndü
Virdim; sen gidelden beri oldu “gel,gel”…
Kapadım ten gözünü gelir diye
Yâr yurdundan bir yel,yel…
Ey Aşıklar Sultanı!
Ey vîrân gönlümün mimârı
Ey Ölümü de Öldüren
Ey Ocağımı söndüren
Ey öldürse de güldüren…
Ey bir nefesle aşk fânûsunu yandırıp
Beni raks u devrân ile döndüren !
Yine gel
Yine gel
Yine gel….
- Selim Lale
30-Ocak-’16
Donkerland