YESEVÎ VE MEVLÂNA DÜŞÜNCESİNDE ‘VEFA’ ERDEMİ

YESEVÎ VE MEVLÂNA DÜŞÜNCESİNDE ‘VEFA’ ERDEMİ

Bayram Ali ÇETİNKAYA

İnsan, ruhlar âleminde Hak Teâlâ ile yaptığı misakı/anlaşmayı onaylamıştır. En Yüce Dost’u sonsuz güç ve kudret sahibi Mutlak Varlık olarak aklen kabul etmiş ve kalben tasdik etmiştir. el-Veli, ne güzel vekil, ne güzel yardımcıdır. Dost olarak Azim olan Allah bize yeter.

Dosta bağlılık sevgiyle olur. Sevgide bağlılık dosta vefa göstermekle gerçekleşir. Dostluğu sürdürmek için sebat etmek gerekir. Sebat etmek için vermek ve sürekli vermek lazımdır. Verdikçe dostluk sağlamlaşır, kavileşir.

Vermek, vefa göstermekle başlar. Sevgiyi vermek, dostluğu vermek, gönlü vermek, vefanın hazineleridir. Bu hazine tükenmedikçe vefasızlık gerçekleşmez. Verildikçe artan bu hazine, kalp ve ruhun inşa ettiği bir zenginliktir.

Vefa, sadakati beraberinde taşır. Sevgi, dostluk ve sadakat vefanın muhafızlarıdır. Onun için vefa ihanetle aynı heybeye girmez. Çıkar, menfaat, kıskançlık, kibir, ucup ve benlik vefanın zehiridir, onu yok eder, bitirir.

Sözünü yerine getirmek, ahdinde durmak, vefalı kalplerin vasıflarındandır. Bağlılık göstermek ve sözünde kararlılıkla durmak, tehdit ve tehlikelere meydana okumaktır. Korkaklık ve sinsilik, vefa mahallesinde ikamet etmez. Cesaret ve fedakârlık, onları, sevgi ve dostluğun mekânı olan vefa diyarına yaklaştırmaz.

Dostluk ve sevgide süreklilik muhabbetle gerçekleşir. Muhabbet azaldıkça vefasızlık çoğalır. Nitekim kelam ve temaşa samimiyetin terazileridir. Terazi, sadakat ve sevgiyle dengelenir. Zira vefa, bu erdemlerle varlığını devam ettirir.

Anlaşma ve ahdi yerine getirmek, vefalı gönüllerin vasfıdır. Sözünde durmayanlar, ahitlerini yerine getiremezler. Bir de ahdini az bir bedelle/çıkarla satarlarsa, fitne ve fesadın failleri hâline gelirler.

Verilen sözü yerine getirip arkasında durup vefa gösterenler, sorumluluklarını yerine getirenlerdir. Böyle yapmayanlar, sırt çevirip kaçan korkak kişilik sahiplerine dönüşürler.

Vefa; arkadaş, dost, aile, cemiyet ve devlete gösterilir. Hırs, tamahkârlık, haset, gıybet ve dünyevileşme vefasızlığa sebep olduğu için, vefa gösterilmesi gerekenlere sırt çevrilmektedir. Erdemli insan, samimiyetle aile, arkadaş, cemiyet ve devletine bağlı kalır ve onlara hizmet eder.

Vefasız olan, güçlü ve zâlimin yanındadır. Çıkar ve menfaat anlarında vefalı olduğunu söyler. Aslında o, menfaatine karşı vefa (!) göstermektedir.

İşte kendisi için isteğini kardeşi, ailesi, toplumu ve devleti için de isteyen, vefa diyarının sakinidir.

Hatta vefalı, hayatta olmayan babasının dostlarını koruyup gözeten ve muhtaç anlarında ihtiyacını karşılayandır. Ne güzel bir vefadır, Allah’ın Habibi’nin (s) sadık ve iman sahibi eşi Hz. Hatice’nin vefatından sonra, dost ve arkadaşlarına ikramda bulunması ve onları ziyaret etmesi…

Dostların vefası bir başkadır. Onlar aralarında ummanlar olsa bile, mesafeleri yok eden vefakâr ahbaplardır. Yıllar geçse bile, sevgi ve muhabbetin azalmadığı dostluklar vefanın numuneleridir.

Aranmayı beklemeyen arkadaş ve dostlar (çünkü kendileri arar), yıllarca birbirlerini görmeseler dahi, sevgilerinden hiçbir şey kaybetmezler. Birbirlerini görmedikleri zaman, yakın aile bireylerinden birisinin hasretinin olduğu gibi, gurbet hayatı yaşarlar.

Vefa, sadakat gerektirir. Zor ve güç anları, vefanın test zamanlarıdır. Tıpkı Hz. Mevlâna’nın Tebrizli Şems’le yaptığı gibi, konuşmak ve hasbihâl etmek, vefakâr dostlar için doyumsuz anlardır. Bu mutluluk zamanları, susulmadan muhabbetin koyulaştığı bereket vakitleridir.

Vefa vakitleri olan bu anlarda, dostlar, dert, sorun ve üzüntüleri paylaşırlar ve nefes alırlar. Yine bereket saatlerinde vefalı dostlar, mutluluk, zevk, hedef ve ideallerini konuşurlar.

Hâsılı, vefa; sevginin, muhabbetin, dostluğun, arkadaşlığın, ahbaplık ve yarenliğin göstergesidir. Nitekim bu güzellikler de ‘mutluluğun resmini yapmak” için kullanılan birbirinden enfes renk ve desenlerdir.

VEFA GEMİSİNE BİNEN VELİ HOCA AHMED YESEVÎ

Aşk erenlerinin önemli bir vasfı da vefa ehli olmalarıdır. Hoca Ahmed Yesevî’ye göre, bu vefa erbabı, her dâim zikir ve tesbihat üzeredirler. Aşk olmadan vefa olmaz. Âşık, vefa gemisine binen denizci gibidir. Sevgi ve muhabbeti sürdürmek, sadakatin bir gereğidir.

Vefa, dervişleri, gerçek Allah’ın velisi yapan vasıftır. Hakk’la dostluğu sürdürmek ve kesmemek, vefaların en yücesidir. Velilik, vefanın bir neticesidir. Vefasız olmak, büyük gönül kırıklıklarına sebep olur. Herkese nasip olmayan Rahman’ın dostluğunu kaybetmek ise, insanı iki dünyada da hüsrana uğratır.

Âşık olmadan vefa neyini çalsa olmaz.
Hazır olmadan Hakk zikrini söylese olmaz.
Çeng ve rebab sazlarını düzenlese olmaz.
Sözünü dizip hamd u senâ söyleyesim gelir.1

İnsan,    Allah’ın    Kelâmı’nda    buyurduğu    gibi,    “nankördür.”2    O, türdeşlerinin kadr ü kıymetini bilmediği gibi, kendisinin de varoluş sebebini kavramakta zorlanır. Çünkü enaniyetin verdiği hırs ve kibir, başkalarının varlıklarını görmezden gelmesine sebep olur. Benliği, insanı tezekkür meclislerine yaklaştırmaz.

İnsanın en büyük vefası, misak (ahit) anlaşmasına3 bağlı kalmasıyla gerçekleşir. Orada ruhlarımız Hakk Teâlâ’nın Rabb’imiz olduğunu tasdik ederek, O’na iman ve itaatlerini bildirmiştir. Ancak vefasız nankör kullar, bu ahitleşmeyi unuturlar veya hatırlamak istemezler. Dolayısıyla vefasızlıklarının, onlarda nasıl karşılık bulacağını da düşünmezler.

Hâsılı, Yaratan’ına karşı bu kadar nankör olanın, türdeşlerine ve çevresine karşı ne kadar gaddar tavırlar içerisine girebileceğini düşünmek yersiz olacaktır.

Yazık, insan kendi kadrini kendi bilmez;
Benlik kılıp iyileri göze iliştirmez,
Hû sohbetini kuran yere kaçıp gelmez;
O vefasız ahde ne diye vefa eylesin?4

Rahman’ın bahşettiği nimetlere şükretmek, vefalı gönüllerin özelliğidir. Pîr Yesevî, o gönüllerin mahzun olmasına rıza göstermez. Ona göre, sonsuz ve sınırsız lütuf ve inayetler karşısında vefasız olanlar, nifak sahiplerinin vasfı olan yalan içerisinde boğulmuşlardır. Hakikati inkâr etmek, onun doğruluğunu değiştirmez. Vefasız yalancının sözü, yaşadığı müddetçe itibara alınmaz.

Gönül ehli, o kadar geniş yüreklidir ki, bütün faziletlerin işaretlerini onun üzerinde görmek mümkündür. Nihayetinde son ve kalıcı kelâmı, gönül dili söyler.5

Mahzun oldu bu gönüller, ey dostlar, Dinleseniz niyâzını size açarız biz. Vefası yok yalancıdır işbu dünyâ, Gönül gezip baki sözü açarız biz.6

Mü’minlere bir faydası dokunmayan benlik sahibi, gerçek dervişlere ve takva ehline kibir gözüyle bakar. O, Mevlâ’nın zikredildiği cennet bahçelerine yaklaşmaz, oradan kaçar. Erenlerin sohbetinde vefasız olan enaniyet sahibinde sadakat aranmaz, aransa da bulunmaz.7

Yazık, insan kendi kadrini kendi bilmez;
Benlik kılıp iyileri göze iliştirmez,
Hû sohbetini kuran yere kaçıp gelmez;
O vefasız ahde ne diye vefa eylesin?8

Yesevî nezdinde, dünya onu arzulayanı terk eden ve ona değer vermeyen tarafından ise terkedilendir. Allah kudreti, bu dünyanın geçiciliğini daha hayattayken bize gösterir. Hakk’ın emirlerine kulak vermeyenler, bu dünyanın ebedî olduğunu düşünen gaflet ehlidir. Dünyanın sonsuz, hayatın sonsuz olduğunu zanneden gafiller, Hz. Âdem’den beri vardır. Heyhat… Küçük kıyamet, kabir, büyük kıyamet, mahşer ve haşr vardır.

Ey habersiz, bu dünyanın vefası yok,
Âhirete yanmaz mısın ey zâlim?
Hakk emrini tutmayıp burada güç kılarsın,
Bir Allah’tan korkmaz mısın ey zâlim? 9

Gönle yapılan haksızlıklardan şikâyetçidir, Pir Ahmed. Günahlar içinde boğulan insan, nasıl Hakk’a layık bir kul olur? Yesevî, dua makamında, yardım için feryat eder. Gönüldeki huzursuzluğun kaynağı kulluğun yükümlülüklerinden kaçmaktır. Dolayısıyla gönül sürekli bir tedirginlik hâli yaşar, mutsuzdur. Onu bu hâle sürükleyen dünyeviliğin doymaz hırs ve ihtiraslarıdır.

Vefanın mutlak güzelliği ve fazileti unutulmuş, yabancılaşmanın karanlık soğuğu, ümmetin fitnesi hâline dönüşmüştür. Hayattayken inanmadıklarınızı, Pîr’in ikaz ettiği gibi, yer altına girip veya girince göreceksiniz. Dünyadaki huzursuzluğun geldiği dereceyi, Hoca Ahmed, yer altı ile mukayese ederek, tasvir etmektedir.

Bu hâlet ile ben günâhkâr nasıl kulunum ey, yâ Rab,
Huzur-ı gönülde tâat yok, gönül dâima perişanlık,
Bu dünyâ malını yığdı, vefasını görmedi bakın,
Girip yer altına görün, cihandan gitti huzur.10

Yesevî’nin ahlak sisteminde erdemler, Kur’ân ve Hz. Peygamber’in (s) sünnetlerinden ilham alarak şekillenmiştir. Sabır, rıza, fedakârlık, kanaat, edep ve hayâ, adalet, samimiyet, ihlâs, vefa, sadakat, tövbe gibi faziletler, kulu iyi bir insan, iyi bir derviş, iyi bir yönetici, iyi bir aile reisi, iyi bir öğrenci yapmak için istikamet işaretleri olmuşlardır.

Aşkın kapısından geçip sabırla yola çıkan Ahmed Yesevî, samimiyet imtihanıyla takvanın yüksek derecelerine ulaşmaktadır. Rıza makâmında bulunup, şükür ve sabırla kanaati öğrenerek olgunlaşmaktadır.

Hz. Peygamber’in (s) ahlakıyla ahlaklanan edep diyarının ârifi Yesevî, Ebû Bekr’in (r.a.) dirayet ve samimiyetinin, halife Ömer’in (r.a.) adaletinin, Osman’ın (r.a.) hayâsının ve Allah’ın Aslanı Ali’nin (r.a.) cesaretinin peşindedir. Bunlar da göstermektedir ki, erdemli bir toplum inşa etmek ancak samimiyet hırkası giymekle mümkündür.

Dervişliğin özü olan ihlas, Pîr Yesevî’nin nezdinde, vefalı olmayı gerektirmektedir.   İrfan   gemisinde   veli   olmayı   başaranlar,   sadakatin kıymetine vâkıf olanlardır. Âbidin en büyük mutluluğu, tövbe kapısında sadâkatle yaptığı dua ve yakarışlarının kabul edilmesidir.

VEFA TOHUMU EKEN MEVLÂNA CELÂLEDDİN

Vefa denilince, Mevlâna, Tebrizli Şems’i hatırlamaktadır. Vefa kaybetse de unutmamaktır. Dost ve arkadaşın hayali de gerçeği de samimiyet ve sevgiyi akla getirir. Mevlâna dostu Şems’e, hatta onun doğduğu Tebriz’e selam gönderir. Vefa kaynağı Şems-i Tebrizî’dir. Ondaki aşk ve muhabbet, Mevlâna’ya vefalı dostun nasıl olması gerektiğini söyletmektedir.

Dün hayalin lütuflar etti de ona dedim ki: A vefalı dost, a ahdinde duran dost, sen benden ziyade vefalısın.

Fakat biliyorum, bütün bu vefalar, sana Şemseddin’den gelme de bu selamı götür canımıza, götür Tebriz’e.11

Mevlâna, vefayı dostluğun işareti olarak kabul etmektedir. Zira dostun yaşadığı yerler, âşıklar için hayat veren can kokuların yayıldığı mutena mekanlardır. Rumî, gösterilen vefaya karşılık olarak kendisinin sürekli vefalı olacağına söz vermektedir. Gerçek dost olan Hakk Teâlâ, Hz. Peygamber’in O’na kavuşacağı zaman son sözlerinde dediği ‘En Yüce Dost’a..’ ifadesini akla getirmektedir. Hakk için ölen, ilâhî hitabın dediği gibi, ‘şehitler ölmez’. Ancak yaşayanlar, onların ölmediğini bilemez. Yine Yunus’un dediği gibi, ‘ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez’.

Şu hâlde Dost’a kavuşan, onu temaşa eden, gerçek âşıklar, ölümün yitikliğine muhatap olmazlar. Onlar cennetin yaşayan sâkinleridir. Vefa cenneti, ebedî olarak onları misafir edecektir. Bir anlamda Hz. Mevlâna’nın ifadeleri hem ilâhî hem de beşerî vefa ve dostluğa vurguyu düşündürmektedir.

Dost mahallesinin kapısından, duvarından âşıklara can kokusu gelmede.

Bir kerecik vefa göster, yüz binlerce vefa göstereyim sana; ona bu çeşit bir karşılık geliyor işte.

Dostun güzelliğine karşı ölen, gerçekten ölmez, ölmeden cennetlere girer gider.12

Vefa ile Cefanın Kardeşliği

Vefayı öne çıkaran Hz. Mevlâna, onu cefa ile ilişkilendirmektedir. Bir anlamda dostlukta cefa, vefayla birlikte olmaktadır. Sıkıntı ve zorluklarda yani cefa günlerinde ayrılık olursa, iyi ve mutlu günlerdeki vefanın anlamı kalmamaktadır. Gerçek vefalı kimse, cefa verse de sevdiği ve saydığı kişi bunu kendine yapılan olumsuz bir tavır olarak görmez.

A Tebrizli Şems, cefalar ettin amma şu kadar biliyorum ben; Her cefa ile de yüzlerce vefalar ettin sen.13

Hz. Mevlâna, benlikten kurtuluşu mutluluğu sebebi saymaktadır. Bu anlamda o, benliğinin kölesi olmayanlara büyük hürmet gösterir, onların bendesi olduğunu ifade eder. Yalnız, biçare gönüllerle, kalbini birleştiren Mevlâna Celaleddin, sevgilinin vefasını coşkunlukla söyler. Onun vefası, nazları ve cefalarıdır. Sevgilinin yaptığı can acıtıcı da olsa, bu durum Mevlâna için güzellikler ve hoşluklar anlamına gelmektedir.

“Bensiz, bizsiz olduğu hâlde hoş olanın, benlikten kurtulduğu için mutlu olanın, kulu, kölesiyim. Şikâyet etmeden, kimseye yük olmadan, kendi acıları ile başbaşa kalarak yalnızlıktan hoşlanın kişinin gamı ile arkadaşım. Sevgilinin vefakarlığı ne kadar hoştur? Onun vefalarında ne zevkler vardır? diye sordular, onlara dedim ki: Onun vefalarından haberim yok, bence onun nazları, cefaları hoştur.”14

Hakk’tan gelen cevr ve cefa, Mevlâna nezdinde, fani olanların güzelliklerin vefasından daha hayırlı ve daha hoştur. Rahman’ın aşkı, insanı imanda taklitten uzaklaştırır. Bilinçli bir eylemle tahkike ulaşmaya vesile olur.

“Allah’ım, senden cana gelen her cevir, her cefâ, güzellerden gelen vefalardan daha hoştur. Senin aşkının meydana getirdiği her küfür sonunda taklide dayanan imandan da daha iyi bir hâle gelir.”15

Mevlâna, vefayla sevgiliye yüreğini açar. Zor ve sıkıntılı zulüm ve eziyet anlarında, sevgilinin yanındadır. Her türlü baskı ve tazyike karşı dayanaklıdır. Diğer taraftan güven içinde sevgiliye itaat ederek, adeta tabi olarak emirlerini beklemektedir.

“Vefa ümidiyle, sana kollarımı açarım. Cefâ vaktinde, senin yüzünden elimi ısırırım. Bütün bunlarla beraber, seni düşünürüm, senin üzüntülerine ortak olmak isterim. ‘Emin nedir? Ne yapmamı istiyorsan söyle de öyle olayım’ derim.”16

Cefa, nefsin içine düştüğü pislikleri ve çirkinlikleri arıtır ve arındırır. Vefaya muhatap olan cefayla kirlerinden kurtulur, paklanır. Mevlâna’ya göre bu durum tıpkı cehennemde günahlar nasıl temizlenirse, cefayla günahlardan arınılır, erdemlere yöneliş başlar. Yine hırsızın ibadet yeri nasıl ki, zindan ise, ki orada Yaratan’ı hatırlar, O’nu zikreder ve yaptığı suçlardan arınma içine girer. Yaratılıştan maksat, kulluktur, ibadettir. Onun için Mevlâna, cehennemi kulluktan uzak duranların ibadetgahı olarak nitelendirmektedir.

“Kötü kişiler, cefaya düştükleri zaman kirlilikten kurtulurlar, temizlenirler, Vefa görünce, cefâcı olurlar.

Bu yüzdendir ki, cehennem günahkârların kulluk yeri, temizlenme yeri, mescidi olmuştur. Nitekim, eve ve insanlara alışmamış yabani kuşun yeri tuzaktır.

Alçak kişinin, hırsızın ibadet yeri de zindandır. O da zindanda iken Allah aklına gelir, Rabb’i zikreder ve orada temizlenir.

Aslında insanın yaratılmasından maksat, kulluk etmek, ibadet etmektir. Bu yüzdendir ki cehennem, kulluktan kaçınan kötü kişilerin ibadet yeri olmuştur.

İnsan her işi yapabilir, fakat yaratılışındaki esas maksat, onun Allah’a kulluk etmesidir.

‘Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.’17 ayetini oku da anla ki: İnsanların yaratılmasından maksat ibadetten başka bir şey değildir.”18

Dostun İstikameti Vefa Yolu Üzerindedir

Dostun istikameti, vefa yoludur. Ne kadar zor durumda olursan ol, diyor Hz. Mevlâna, dosta vefanı göster. Yanında olması imkânsız ise, bağır, çağır, nida et. Elinle, yardım edemezsen bile, dilinle yap. Onu bile yapamıyorsan içinden tahayyül ederek vefanı göster. Her dâim vefalı olan, vefakâr dostlara sahip olur. Vefayla anılır ve tazelenir.

“Dostun yolunda hizmette, elinde tâkat, güç kalmazsa, ayağınla koş, ayağında güç kalmazsa, sevgisiyle terennüm et, olmazsa seslen, bağır. Eğer sesin de çıkmazsa aklınla, hayalinle işe giriş, herhâl ü kârda, her an vefalı ol.”19

İlim, bilgi, hüner, sanat ve üstatlık, vefa vadisinde yoksa, o ovada hiçbir erdem ve değer yeşermez. Vefa sahibi olmayandan bereket hasıl olmaz. Eğer ruhlar âleminde olduğu gibi, Hak ile yaptığı misakı yerine getiriyor, verdiği sözlerde duruyor, kısacası vefalı oluyorsa ise, o dostu anlat ve öv. Vefalı dostun güzelliklerini ve müspet yönlerini saymak, faziletli kişinin vasıflarını ilan etmek demektir. Mevlâna’ya göre, sen onun erdemlerini ne kadar ortaya koyarsan koy, yine de senin söylediklerin, vefalı kişiyi tam olarak anlatamaz.

“Bir adamın birçok hünerler, fenler, bilgiler sahibi olduğuna bakma, verdiği sözde duruyor mu? Vefası var mı? Asıl ona bak… Hak ile ettiği sözleşmeyi, yerine getiriyor, insanlara verdiği sözde duruyor, vefalı ise onu, istediğin kadar öv, onun iyi vasıflarını bir bir say o, senin övgünden, saydığın meziyyitlerinden de daha üstün bir kişidir.”20

Güzellerin derdi, aşkı ve muhabbetin ateşini harlandırır. Ancak bırakıp giden dostlar, Mevlâna için, yıkılış ve çöküşle birdir. Büyük bir hayal kırıklığı yaratır. Neşe, sevinç ve mutluluk, onlarla beraber gider, gönüller boşalır, kalpler kırılır.

“Bazen, güzellerin derdiyle ateşler içinde kalırım. Bazen, beni bırakıp giden dostların yokluğu ile perişan olurum. Artık hangi sevinçle, neş’e yoluna düşebilirim? Hangi gönül hoşluğu ile hoş olabilirim?”21

Vefa, dostla beraber olmaktır. Ayrılık ve firak, kaçış ve vefasızlık göstergesidir. Her ayrılıştan sonra bir araya gelmek, hatırlamak, hasbihâl etmek, Mevlâna için, vefanın zuhur etmesi demektir.

“Aşk geldi, yanından ayrılmamamı, yanında bulundukça da akla, ruha yüz vermememi söyledi ve sonra ‘yanına geldim, şimdiye kadar seninle beraber bulundum. Bu sefer gene geldim ki, seninle birlikte bir yerde bulunayım, senden ayrılmayayım’ diye ilave et.”22

Mevlâna, vefakârlığını ifade ederken, kendisine yaptıkları olumsuz davranışlardan dolayı dost, arkadaş ve yakınlarına karşı bir gönül kırıklığı yaşamadığını anlatmaktadır. O, bağlandığı kimselere karşı vefalı bir şekilde yaklaştığını ve sabrettiğini haber vermektedir.

“Sevgimle, vefakârlığımla, ben sana o kadar bağlanmışım ki anlatamam. Hâlbuki senin huyun, hep incitmek, hep gönül kırmaktır. Ben sabr ediyorum ama sen de birgün olsun, şu hasta, yaralı gönlümden utanmaz mısın?”23

Mevlâna, vefalı yâri arayışını sürdürür. Herkes, sevdikleriyle varlıklarını devam ettirirler. Köpek bile görüntüsü güzel ve tadı lezzetli, mis kokolu seker yerine sevdiği en kötü kokulu leşi tercih etmektedir.

“Herkesin bir kimseciği var, herkesin bir yâri var… Acaba o vefalı yar nerelere gitti? Bir köpeğin önüne, bir eşek yükü şeker koysam, köpeğin gönlü leşe meyl eder.”24

Nihayetinde Hz. Mevlâna ikazda bulunur. Sakın eski dostlarını unutup da vefasızlık yapma. Bir anlamda dostun eskisi ve yenisi olmadığını bildirmektedir. Eski dost dediğin kimseler de senin yakınların değil midir? diye sormaktadır. Kendisini hatırlayanlara, Mevlâna, onlara karşı sevgi, muhabbetini hatırlatarak vefalı olmanın erdeminden bahsetmektedir.

“Eski Dostları Unutma
Yeni dostların pek yüce, pek ulu ama,
Eski dostları da unutma.
Yeni dostun tekse, eski dostun da ev halkındandır.
Sana karşı beslediğimiz sevgiyi, duyduğumuz özlemi an.”25

Vefa Tohumu Ekmek

Mevlâna, vefayı sürgün verecek ve göklere yükselecek bir bir fidan tohumu gibi görür. O, bu vefa tohumunun kaynağını, kendi harmanından devşirilenlerden almaktadır. Ney ve defle yapılan sema, vefa tohumunu besleyen en önemli ocaktır.

“Dünyada nereye vefa tohumu ekerlerse o tohumu bizim harman yerimizden alırlar. Nerede neş’e ile Ney üflerler, tef çalarlarsa, o neş’e bizimdir, onlar kendilerinin sanırlar.”26

Vefa tohumunu ekenlere seslenir, Mevlâna. Kara toprağa atılan ne olursa olsun bitmektedir. O hâlde gönüllere ve kalplere, hatta akla atılan vefa tohumları, fidan ve sürgün verecektir. Siz beni sevenler, diyor Rumî, bana karşı vefasız olup da yaban ellerde bırakmayın.

“Ey vefa tohumu eken, ince ruhlu, hassas kişiler: Ey kara toprağa, safa incileri saçanlar. Nerede olursanız olunuz, siz benim hâlimi bilirsiniz, anlarsınız. Çünkü siz, duygulu insanlarsınız. Beni böyle bir ayrılık elinde bırakmayın.”27

Mevlâna, kendisini sevgili için vefa tohumu olduğunu söylerken, aynı zamanda vefa kaynağı olduğunu bildirmektedir. O sevgili ki, Mevlâna sürekli onunla beraberdir. Zira o sevgili Mevlâna için ebedilik suyu ve iksiridir. Sonsuzluk iksiri, Pir’in sürekli arzuladığı ve ondan uzak kalamadığı ebedîlik suyudur.

“Ben o ay yüzlü sevgilinin vefa tohumu, vefa kaynağıyım. İster isteyeyim ister istemiyeyim ister o beni istesin ister istemesin, onun karşısındayım. O ebedî olan bengisudur ve ben onu arıyorum. O bengisu beni isteyinceye kadar ben de onu isterim.”28

Vefa tohumu, Mevlâna tarafından ekilen bir muhabbet fidanıdır. Nasıl ki, marangoz en usta zanaat eserlerini vermek için çaba sarf edip elindekine şekil verirse; Mevlâna da vefa eserini mükemmelleştirmek için bütün hayal dünyasını zorlar ve gönül eserine suret verir.

“Bu aşkının derdi, benim işim, gücüm olan sevgili! Ben, işsiz kaldım, derdimi çekmediğim zamanlar işsiz kalırım. İşsiz kaldığım zamanlar ise ben vefa tohumu ekiyorum. Kesere benzeyen hayalimle, kavuşma şeklini yontuyorum, yoksa ben marangoz muyum?”29

Bütün tohumların patladığı ve toprakta mekân bulduğu bahar ayları, yazlara gebedir. Hz. Mevlâna da bütün mevsimler gibi yaz da gelip geçer, der. Onun için Pîr’e göre, (tekrar tekrar geldiğine göre) yazın vefası olduğu gibi, ayrılık da sonsuz değildir. Nihayetinde vefa, ayrılığa son verecek aşk, muhabbet ve samimiyetin saflığıyla tekrar vuslat gerçekleşecektir.

“Derler ki ‘yazın vefası yoktur’ yalan. Derler ki: ‘ayrıldıktan sonra kavuşma yoktur’ yalan. Derler ki: ‘cana can katan şarap yoktur’ yalan. Derler ki: ‘Bu aşk yolu, ayağımızın harcı değil’ yalan.”30

Vefa Kapısındaki Pîr

Güzel sevgilinin kapısı vefa kapısıdır. Mevlâna Celaleddin, güzelin vefa kapısının toprağına gönlünü de kalbini eker. Onun için geri kalan önemsiz ve teferruat cinsindendir. Gönül ve onun görünmeyen gözü vefa toprağında daha bir gür çıkacak ve bütün âlemi seyredecektir.

“Ey gümüş göğüslü güzelin vefa kapısının toprağına gönlünü de gözünü de ek, ilerisini düşünme. Beni dinle ki, aklın karışmasın, alt üst olmayasın. Vallahi, sen ne aşağıdan ne de yukarıdan, bu verdiğin haberi alamazsın.”31

Mevlâna’nın söylediklerine benzer şekilde Nesimî de şöyle der: Gah çıkarım gök yüzüne Seyreylerim alemi Gah inerim yer yüzüne Seyreyler alem beni

Vefa Kokusunun Kalıcılığı

Sıradan insanlar için vefa gibi erdemler belki büyük bir mana ifade etmez. Halkın içindeki Mevlâna, bunun farkındadır. Onun nezdinde vefakâr öyle bir kişidir ki, bu vefasını ve bağlığını kimseye fâş etmez, gizler, kendisine saklar. Demirdeki su, taştaki ateş ne ise, âşıklar için vefa kokusu da aynı öyledir. Ki, bu koku, ehlince duyulur ve hissedilir.

“Bir zamanlar, halk arasında eğleşip, onlarla beraber oturup durdum. Ben, onlardan ne bir vefa kokusu aldım ne de onlarla bir vefa rengi gördüm.

En iyisi halkın gözünden, demirdeki su, taştaki ateş gibi gizlenmeliyiz.”32

Vefasız Kimlikler ve Kişilikler

Hz. Mevlâna, vefasız gönülleri anlatmak için akıl sahibi olmayan hayvanlar üzerinde bir temsil kullanır. Ona göre, köpekler bile serserilik ederek, kaldıkları evlerden ayrılıp bağlarını kopardıklarında mahalledeki diğer köpeklerin vefa dersi verip uyardıklarını ifade eder. Pir de ikaz eder: Fayda gördüğün kapıya bağlan, nimet verdiğinden dolayı Hakk’ı gözeterek o kapıdan bağını kesme. O hayat kapısının vefa bekçisi ol. Unutma ki vefasız serseri köpeği, mahallenin ehlileştirilmiş köpekleri ısırmadan bırakmazlar.

“Köpekler bile mahallelerine gelen serseri köpeklere ‘ilk evden gönül bağını koparma’ diye öğüt verirler:

Kemik yemiş olduğun ilk kapıya sımsıkı sarıl. O nimetin şükrünü yerine getir. Hakk’ı gözet, o kapıdan ayrılma…

İlk kapışan gitsin ve orada kurtuluşa ersin diye o serseri köpeği terbiye etmek için ısırırlar.

Onu ısırırlar da; ‘Git, ey şaşkın köpek, velinimetine isyan etme’ derler.

O kapıya halka gibi bağlan, o kapının çevik, atik bir bekçisi ol.”33

Her hâlükârda vefasızlık etmek, serseri köpeklere özgü bir nankörlüktür. Vefalı olmak, köpeklere mahsus bir özelliktir. Mevlâna, onun için diyor ki, köpekler için bile vefasızlık bir ayıp ve kusur olduğu hâlde, sen bir insan olarak nasıl da vefasız olabilirsin. Nitekim Hakk Teâlâ, vefa göstermekle zatını övdü. Hakikatte Hüdâ’dan başka kim ahdine vefa gösterdi. Hâkimler Hâkimi’nin hükmüne karşı koyana karşı vefalı olmak, bizatihi vefasızlıktır. Alemlerin Rabb’in hakkı, bütün haklardan üstündür ve ondan önce gelir.

“Bizim vefasızlığımıza örnek olma, vefasızlık edip boş yere vefasızlığı açığa vurma.

Çünkü vefalı olmak, köpeklere mahsus bir huydur. Sen vefasızlık ederek köpeklerin adını kötüyü çıkarma.

Vefasızlık, köpekler için bir leke, bir ayıp olduğu hâlde, sen nasıl oluyor da insan olarak vefasızlık gösteriyorsun?

Cenâb-ı Hakk da vefa göstermekle övündü de ‘Bizden başka kim, ahdine vefa gösterdi’ diye buyurdu.

Hakk’ın haklarını reddedene, saymayana karşı vefalı olmak, iyi bil ki vefasızlığın tâ kendisidir. Hiç kimsenin hakkı Allah’ın haklarından önce gelemez.”34

Vefasız Gönlün Gam ve Kederle Arkadaşlığı

Vefasızlık, Mevlâna’nın nezdinde yok olmakla birdir. Vefasız olmaktansa keder ve hüzün dünyasında boğulmak daha iyidir. Yaşamak, vefasız için en büyük lütuftur. Pîr için, dünyanın kendisi bizatihi vefasızdır. Vefasız dünyada Mevlâna için en vefalı dost, gam, keder ve hüzündür.

“Vefasız gönül, gamlara batsın, yasa bürünsün, kimde vefa yoksa, o kişi dünyada yok olsun, yaşamasın daha iyi. Gördün ya, beni dünyada dertten başka kimse hatırlamıyor, bu vefasız dünyada benim en vefalı dostum kederdir. O derde çok çok aferin.”35

Mevlâna ahlakında vefasızlık büyük bir gaflettir. Bu hâle sahip olan onun gözünde her dâim keder ve matem içindedir, değilse bile olmalıdır. Vefasız kişi, âlem için bir fazlalık ve züldür, bu dünyada onun hayatını sürdürmesine izin yoktur. Dünyada kimsenin hatırlamadığı zavallı gariplerin yaşadığı dert ve keder, Rumî için, vefalı bir dost hükmündedir/mesabesindedir. Bundan dolayı vefalı aşkın derdi, ondan övgü alır.

“Vefasız kişinin evinde dilerim her zaman derd olsun, matem olsun. Vefalı olmayan insan, âlemden eksik olsun, yaşamasın daha iyi. Diyorsun ki, beni dünyada kimse hatırlamıyor aramıyor. Senin derdinden başka, benim vefalı dostum yok. O vefalı aşk derdine benden binlerce aferin, binlerce selâm.”36

Sonuç

Vefa, dervişleri, hakikatte Allah’ın velisi yapan vasıftır. Hakk’la dostluğu sürdürmek ve kesmemek, vefaların en yücesidir. Velilik, vefanın bir neticesidir.

İnsanın en büyük vefası, misak (ahit) anlaşmasına bağlı kalmasıyla gerçekleşir. Rahman’ın bahşettiği nimetlere şükretmek, vefalı gönüllerin özelliğidir.

Dervişliğin özü olan ihlas, Pîr Yesevî’nin nezdinde, vefalı olmayı gerektirmektedir. Ona göre irfan gemisinde veli olmayı başaranlar, sadakatin kıymetine vâkıf olanlardır. Âbidin en büyük mutluluğu, tövbe kapısında sadâkatle yaptığı dua ve yakarışlarının kabul edilmesidir.

Aşk erenlerinin önemli bir vasfı da vefa ehli olmalarıdır. Hoca Ahmed Yesevî’ye göre, bu vefa erbabı, her dâim zikir ve tesbihat üzeredirler. Aşk olmadan vefa olmaz. Âşık, vefa gemisine binen denizci gibidir.

Vefa, dervişleri, gerçek Allah’ın velisi yapan vasıftır. Hakk’la dostluğu sürdürmek ve kesmemek, vefaların en yücesidir. Velilik, vefanın bir neticesidir.

Rahman’ın bahşettiği nimetlere şükretmek, vefalı gönüllerin özelliğidir. Pîr Yesevî, o gönüllerin mahzun olmasına rıza göstermez. Ona göre, sonsuz ve sınırsız lütuf ve inayetler karşısında vefasız olanlar, nifak sahiplerinin vasfı olan yalan içerisinde boğulmuşlardır.

Yesevi irfanının Anadolu’daki taşıyıcısı olarak Hz. Mevlâna’nın vefası, Şems-i Tebrizî üzerinden somutlaşır. Ona göre Şems’in Tebriz’de olması, vefanın adresinin de orada olmasıyla tamamlanır.

Cefa ile vefa arasında ilişki kuran Mevlâna’ya göre, çekilen sıkıntıların neticesinde vefanın bereketi ve sevgisi bulunmaktadır. Bunlar içerisinde Hakk’tan gelen cevr ve cefa, Mevlâna nezdinde, fani olanların güzelliklerin vefasından daha hayırlı ve daha hoştur. Cefa, nefsin içine düştüğü pislikleri ve çirkinlikleri arıtır ve arındırır. Vefaya muhatap olan cefayla kirlerinden kurtulur, paklanır.

Dostluğun işaretini vefa olarak kabul eden Mevlâna, sadakatin değerine dikkat çekmektedir. Dostun yaşadığı mekânlar, âşıklar için hayat veren iksirdir. Nitekim vefa dost içindir, dosta gösterilir. Çıkar ve menfaat, vefa âleminde yer tutmaz. Zira vermek, karşılıksız vermek, vefanın göstergesidir.

Sevgi ve muhabbet, vefa ehlinin hâlleridir. Nitekim dostla beraber sohbet ve muhabbet vefakarların özelliğidir. Vefa yolunun istikametinde ayrılık yoktur. Zira kopuş ve kaçış vefasızların sıfatıdır. Bir olmak, beraber olmak, hatırlamak ve hasbihâl etmek, vefa mahfillerinde gerçekleşir.

Vefa tohumu, sadakat tarlasında sürgün vermektedir. Mevlâna, kendisinin de bir vefa tohumu olduğunu söylerken, bu tarlada ancak muhabbet fidanlarının yetiştiğini haber vermektedir.

Hz. Mevlâna, gönlünü sevgilinin vefa kapısında bıraktığını bildirmektedir. Onun için vefasızlık, sevgiliye ihanettir. Bundan dolayı vefasızlık, Mevlâna’nın nezdinde yok olmakla birdir. Vefasız olmaktansa keder ve hüzün dünyasında boğulmak daha iyidir. Yaşamak, vefasız için en büyük lütuftur. Pîr için, dünyanın kendisi bizatihi vefasızdır. Vefasız dünyada Mevlâna için en vefalı dost, gam, keder ve hüzündür.

Şu hâlde vefa, bir istikamettir, bir sözleşmedir, bir ahitleşmedir. İlahî ve beşerî muhabbetin kalıcı hâle dönüşüp kenetlenmesidir. Zihinleri ve gönülleri birleştiren ve kimsenin kolay kolay ayıramayacağı manevî bağların ebedîleşmesidir. Vefa, verilen ve lütfedilene nankörlük yapmamaktır.

Allah’a karşı sözünü yerine getiren, O’nun sevgisinden sınırsızca nasiplenir. Vefada ölçü ise, insanın gücü nispetindedir. Hakk’ın öğütlerinden beslenenler, vefa ehli içinde ayrıcalıklı hâllerini korurlar.

 


*Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. bacetinkaya@hotmail.com

1 Hoca Ahmet Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, haz: Hayati Bice, hikmet: 204, İstanbul 2015, s. 320.

2 “Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.” (İbrahim, 14)

3 “Rabbin, insanoğlunun sulbundan soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: ‘Evet şahidiz’ demişlerdi. Bu, kıyamet günü, ‘bizim bundan haberimiz yoktu’ dersiniz veya ‘Daha önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?’ dersiniz diyedir.” (A’raf, 172-173)

4 Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, hikmet: 139, s. 221.

5 Bayram Ali Çetinkaya, Bilgelik Pınarı, İstanbul 2017, 100.

6 Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, hikmet: 213, s. 332.

7 Çetinkaya, Bilgelik Pınarı, 99-100.

8 Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, hikmet: 139, s. 221.

9 Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, hikmet: 251, s.397.

10 Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, hikmet: 241, s. 380.

11 Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, haz: Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara 2000, II, 440, b. 3706-3707.

12 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, IV, 286, b. 2760-2762.

13 Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, haz: Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara 2000, IV, 125, b. 1113.

14 Mevlânâ Celaleddin-i Rumi, Hz. Mevlânâ’nın Rubaileri, haz: Şefik Can, 2. Baskı, Ankara 2001, no: 264.

15 Mevlânâ, Rubailer, no: 874.

16 Mevlânâ, Rubailer, no: 1348.

17 Zâriyât, 56.

18 Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, III-IV, Beyit: 2983-2989, s. 234-235.

19 Mevlânâ, Rubailer, no: 1624.

20 Mevlânâ, Rubailer, no: 590.

21 Mevlânâ, Rubailer, no: 1349.

22 Mevlânâ, Rubailer, no: 1351.

23 Mevlânâ, Rubailer, no: 1560.

24 Mevlânâ, Rubailer, no: 1957.

25 Mevlânâ Celâleddin, Mektuplar, İstanbul 1999, VII. mektup, s.16.

26 Mevlânâ, Rubailer, no: 735.

27 Mevlânâ, Rubailer, no: 898.

28 Mevlânâ, Rubailer, no: 1492.

29 Mevlânâ, Rubailer, no: 1321.

30 Mevlânâ, Rubailer, no: 1186.

31 Mevlânâ, Rubailer, no: 1007.

32 Mevlânâ, Rubailer, no: 1208.

33 Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, çev: Şefik Can, İstanbul 2002, III-IV, Beyit: 315-319, s. 44.

34 Mevlânâ, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, III-IV, Beyit: 320-324, s. 44-45.

35 Mevlânâ, Rubailer, no: 490.

36 Mevlânâ, Rubailer, no: 979.