Yılana şeker teklifi yesizdir
Filiz Konca
Allah’ın rızasını kazanma derdinde olmayanlar Hak ve hakikatlerin, sünnet-i seniyyelerin çiğnenmesi halinde de bir kaygı hissedemiyorlar.
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’ân’ın haram kıldığı şeyleri helâl addeden kimse Kur-an”a inanmamıştır.”
Tirmizî, Sevâbu\’l-Kur\’ân 20, 2919. H.
” Biz artık bu eski masalları dinlemek istemiyoruz. Biz aynen modern batı gibi ne olursa olsun zengin yaşamak istiyoruz” diyenlerin yüz kızartıcı halini Hz. Mevlana’nın mürşit kitap olan Mesnevi’sinde geçen şu hikâye çok güzel anlatıyor:
“Dünya arzusu ve şehveti külhana benzer, takva ise hamama. Böylece takva hamamı şehvet külhanıyla aydınlanır.
Takva sahipleri böylece bu dünya külhanında zevk ve sefa içindedirler. Çünkü onlar, hamama girerek yıkanıp temizlenmişlerdir.
Bu dünyadaki zenginler, hamamı ısıtmak için tezek taşıyanlara benzerler. Allah, hamam ısınsın tavlansın diye onlara hırs vermiştir.
Hamama giren, yüzünden, yüzündeki temizlik ve güzellikten bellidir.
Külhandakiler de yüzlerindeki ve ellerindeki kir, duman ve isten belli olurlar.
Bu dünyada mal toplayan ve onunla övünen “Ben şu kadar, bu kadar mal topladım” diyen gerçekte; “Bu kadar tezek, bu kadar fışkı getirdim.” diyor. Bu sözler aslında yüz kızartıcı sözlerdir. Fakat külhanda çalışanlar aralarında bununla övünürler.
“Sen akşama kadar altı küfe tezek getirdin. Hâlbuki ben hiç zahmet çekmeden, yirmi küfe tezek taşıdım” derler.
Külhanda doğup temizlik nedir görmeyen kişi elbette misk kokusundan incinir, hasta olur.”
Hz. Mevlana devamında şu örneğe yer verir:
İri yarı bir adam bir gün güzel koku satanların pazarına gelince aklı başından gitti. Yere yıkılıp bayıldı. Yol ortasında bir ölü gibi yığıldı kaldı. Bunu gören halk başına üşüştü. Başına toplananlardan kimi kalbini yokluyor, kimi yüzüne gül suyu döküp duruyordu.Bilmiyorlardı ki adamcağız gül kokusundan bayılmış.
Kimi bileklerini, başını ovuyor, kimi öd ağacına şeker karıştırarak tütsü yapıyor, bir başkası elbiselerini çıkarıp üstünü hafifletiyordu. Birisi nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyor; şarap mı içti, esrar mı çekti, afyon mu yuttu, anlamaya çalışıyordu. Bir türlü adamın neden bayıldığını anlamayan halk şaşırıp kaldı.
Son çare olarak akrabalarına haber vermeye karar verdiler. O bayılan kişinin akıllı ve anlayışlı bir kardeşi vardı. Bu haberi alır almaz yanına biraz köpek pisliği alarak koşup geldi. Çünkü kardeşi tabakhanede çalışıyordu. Pis kokuya alışmıştı. Gül kokusu duyunca bu yüzden bayılmıştı. Kardeşinin yanına varınca, o akıllı kişi, kimse anlamasın diye önce halkı dağıttı, sonra ağzını kulağına götürerek okuyormuş gibi yaptı, bu arada gizlice köpek pisliğini burnuna götürerek koklattı. Koklatır koklatmaz adam ayılarak kendine gelmeye başladı.
Halk şaşırdı: “Bu ne büyük bir efsun bir sihir”, dediler.
“Öğütçüler, pis kişiyi, ona bir kapı açılması, iyileşmesi için amberle, gülsuyu ile tedavi etmek isterler! Fakat ey inanılır, itimat edilir kişiler, pislere temiz şeyler layık değildir ki! Onlar, vahyin güzel kokusuyla eğrilmişler, sapıtmışlardır da “Siz bize uğursuzsunuz, biz, sizin yüzünüzden kötülüğe uğradık” diye feryada başlamışlardır.”
“Bu söz, bize zahmet veriyor, bu sözden hastalanıyoruz… Sizin vaazınız iyi değil, bize iyi gelmiyor. Eğer yine susmaz da nasihate başlarsanız derhal sizi taşlar, öldürürüz. Biz, oyunla, abes ve saçma şeylerle semirmişiz… Öğüte hiç alışmamışız! Bizim gıdamız yalandır, asılsız laftır, saçma sapan sözlerdir… Sizin bildirdiğiniz şeyler, midemizi bozuyor. Siz bu sözlerle hastalığımızı yüzlerce defa artırıyor… Akla ilaç olarak afyon veriyorsunuz” demişlerdir.
“Kime öğüt miski fayda vermezse muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır. Pislere temiz ve güzel şeyler layık değildir. Yılana şeker teklifi yersizdir. Kötü şeylere alışanlar iyi şeylerden hastalanırlar.”
Allah’ın emirlerinden, peygamberimizin (s.a.v.) sünnet-i seniyyelerinden, Hak ve hakikatlerden, helal daireden, zikirden, sohbetten, camiden, tesbihten, ibadetten, secdeden rahatsız olanlar rezalete alışık olduklarından hep dünyayı isterler. Alıştıkları şeyler yerine cennet kokusundan cüzler duyduklarında, rahatsız olurlar, dinlemek istemezler.
” Biz artık bu eski masalları dinlemek istemiyoruz. Biz aynen modern batı gibi ne olursa olsun zengin yaşamak istiyoruz” diyenlerin yüz kızartıcı halini Hz. Mevlana’nın mürşit kitap olan Mesnevi’sinde geçen şu hikâye çok güzel anlatıyor:
“Dünya arzusu ve şehveti külhana benzer, takva ise hamama. Böylece takva hamamı şehvet külhanıyla aydınlanır.
Takva sahipleri böylece bu dünya külhanında zevk ve sefa içindedirler. Çünkü onlar, hamama girerek yıkanıp temizlenmişlerdir.
Bu dünyadaki zenginler, hamamı ısıtmak için tezek taşıyanlara benzerler. Allah, hamam ısınsın tavlansın diye onlara hırs vermiştir.
Hamama giren, yüzünden, yüzündeki temizlik ve güzellikten bellidir.
Külhandakiler de yüzlerindeki ve ellerindeki kir, duman ve isten belli olurlar.
Bu dünyada mal toplayan ve onunla övünen “Ben şu kadar, bu kadar mal topladım” diyen gerçekte; “Bu kadar tezek, bu kadar fışkı getirdim.” diyor. Bu sözler aslında yüz kızartıcı sözlerdir. Fakat külhanda çalışanlar aralarında bununla övünürler.
“Sen akşama kadar altı küfe tezek getirdin. Hâlbuki ben hiç zahmet çekmeden, yirmi küfe tezek taşıdım” derler.
Külhanda doğup temizlik nedir görmeyen kişi elbette misk kokusundan incinir, hasta olur.”
Hz. Mevlana devamında şu örneğe yer verir:
İri yarı bir adam bir gün güzel koku satanların pazarına gelince aklı başından gitti. Yere yıkılıp bayıldı. Yol ortasında bir ölü gibi yığıldı kaldı. Bunu gören halk başına üşüştü. Başına toplananlardan kimi kalbini yokluyor, kimi yüzüne gül suyu döküp duruyordu.Bilmiyorlardı ki adamcağız gül kokusundan bayılmış.
Kimi bileklerini, başını ovuyor, kimi öd ağacına şeker karıştırarak tütsü yapıyor, bir başkası elbiselerini çıkarıp üstünü hafifletiyordu. Birisi nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyor; şarap mı içti, esrar mı çekti, afyon mu yuttu, anlamaya çalışıyordu. Bir türlü adamın neden bayıldığını anlamayan halk şaşırıp kaldı.
Son çare olarak akrabalarına haber vermeye karar verdiler. O bayılan kişinin akıllı ve anlayışlı bir kardeşi vardı. Bu haberi alır almaz yanına biraz köpek pisliği alarak koşup geldi. Çünkü kardeşi tabakhanede çalışıyordu. Pis kokuya alışmıştı. Gül kokusu duyunca bu yüzden bayılmıştı. Kardeşinin yanına varınca, o akıllı kişi, kimse anlamasın diye önce halkı dağıttı, sonra ağzını kulağına götürerek okuyormuş gibi yaptı, bu arada gizlice köpek pisliğini burnuna götürerek koklattı. Koklatır koklatmaz adam ayılarak kendine gelmeye başladı.
Halk şaşırdı: “Bu ne büyük bir efsun bir sihir”, dediler.
“Öğütçüler, pis kişiyi, ona bir kapı açılması, iyileşmesi için amberle, gülsuyu ile tedavi etmek isterler! Fakat ey inanılır, itimat edilir kişiler, pislere temiz şeyler layık değildir ki! Onlar, vahyin güzel kokusuyla eğrilmişler, sapıtmışlardır da “Siz bize uğursuzsunuz, biz, sizin yüzünüzden kötülüğe uğradık” diye feryada başlamışlardır.”
“Bu söz, bize zahmet veriyor, bu sözden hastalanıyoruz… Sizin vaazınız iyi değil, bize iyi gelmiyor. Eğer yine susmaz da nasihate başlarsanız derhal sizi taşlar, öldürürüz. Biz, oyunla, abes ve saçma şeylerle semirmişiz… Öğüte hiç alışmamışız! Bizim gıdamız yalandır, asılsız laftır, saçma sapan sözlerdir… Sizin bildirdiğiniz şeyler, midemizi bozuyor. Siz bu sözlerle hastalığımızı yüzlerce defa artırıyor… Akla ilaç olarak afyon veriyorsunuz” demişlerdir.
“Kime öğüt miski fayda vermezse muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır. Pislere temiz ve güzel şeyler layık değildir. Yılana şeker teklifi yersizdir. Kötü şeylere alışanlar iyi şeylerden hastalanırlar.”
Allah’ın emirlerinden, peygamberimizin (s.a.v.) sünnet-i seniyyelerinden, Hak ve hakikatlerden, helal daireden, zikirden, sohbetten, camiden, tesbihten, ibadetten, secdeden rahatsız olanlar rezalete alışık olduklarından hep dünyayı isterler. Alıştıkları şeyler yerine cennet kokusundan cüzler duyduklarında, rahatsız olurlar, dinlemek istemezler.