Mesnevî’de Nefis Temsilleri
Mustafa Küçükaşcı
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri”nin ölümsüz eseri Mesnevî-i Mânevî”nin ana mevzularından biri, insandaki beden-ruh, nefis-kalp çekişmesinin teşhis ve tedavisidir. Dünya mülkünde, beden hapishanesinde nefsin hâkimiyeti vardır.
Bu hapishanede gurbette kalmış olan, aslı yücelere ait ruh, aklın da yardımıyla, nefsi alt etmelidir. Bu da nefsin terbiye edilmesi ile olabilir.
Nefis terbiyesi şüphesiz tasavvufun en önemli konusu ve gayesidir. Mevlânâ şiir diliyle nefsin hâllerini dile getirmiş, edebî kudretini gösterdiği teşbih ve temsillerle nefsi ve nefis terbiyesini tasvir etmiştir. Bazı bilinen mazmunları da nefse güzelce tatbik etmiştir.
Mevlânâ Hazretleri”nin nefsi tanıtmak yolunda hayvanlar âleminden seçtiği başlıca misaller şunlar:
MERKEP
Nefis, insan terkibinde rûhun bineğidir.
Hazret-i İsa”ya İslâmî gelenekte Rûhullah denmiştir, zühd peygamberi Hazret-i İsa”nın Kudüs”e merkep üzerinde geldiği rivâyet edildiğinden, merkep üzerinde İsa, yani nefis bineği üzerinde ruh remzi, hâfızalara ruh ve nefsin doğru ilişkisini yerleştirmek için kullanılmıştır:
“Sen Hazret-i İsa”yı bırakmışsın da, onun bindiği eşeği beslemişsin. Onu geliştirmişsin. Ey eşek huylu gafil! Bil ki irfan İsa”nın nasibidir. Eşeğin yani bedenin nasibi değildir. Eşeğin iniltisini duyarsın da, ona acırsın; bilmezsin ki, o eşek sana eşeklik ediyor!”
“İsa”ya yani rûhuna acı da, eşeğe yani nefsine acıma, tabiatı ve nefsini aklına hâkim, yani üstün kılma! Tabiatı bırak da hıçkıra hıçkıra ağlasın. Sen ona acıma, onun yani nefsinin isteklerini yerine getirme de, can borcunu öde!”
Nefis bineğinin gerekli bakımı yapılmalı, hoş tutulmalıdır. «Nefsin senin bineğindir, ona yumuşaklıkla muâmelede bulun.» buyrulmuştur. Ama bu muamele, merkebin merkepçe iştahına uymak değildir:
“Sakın ha, eşeği kendi keyfine bırakma, yularını elinden salıverme. Çünkü o, yola değil, çayır tarafına gitmek ister. Sen bir an gaflete düşer de, nefis eşeğinin yularını bırakacak olursan, o çayırlığa yol alır gider. Eşek, hakikat yolunun düşmanıdır. Nefsanî arzular çayırının sarhoşudur. O ne kadar çok sürücülerini, üstüne binenleri yere vurmuştur, öldürmüştür.”
Nefis eşeği tembeldir, yoldan da yükten de kaçar. Yük ibadettir, onun bağlanacağı kazık ise mücâhede:
“Senin nefs eşeğin kaçmıştır. Onu mücâhede kazığına bağla! O ne zamana kadar insanlık ve ibadet yükünü taşımaktan kaçacak?”
Mesnevî dilinde zaman zaman nefis ile beden, ruh ile akıl birbirleri yerine kullanılırlar. Nefis eşeğinin sırtında, akıl oturur. Akıl, ağır yani güçlü olursa eşek zayıflar, ama akıl zayıf ise eşek onu çekip çevirmeye başlar.
GERİ GERİ GİDEN AT
Nefis, düz değil de kuyruğu istikametinde geri geri giden aksi bir attır. Öyle ise ata ters binip kuyruğu gidilecek istikamete çevirmelidir. Yani nefsin arzusu demek olan atın kuyruğunu mânâ yönüne, kurtuluşa çevirmelidir. Bu, nefsin meyillerini müspet yönlendirmenin güzel bir remzidir.
EJDERHA
Mevlânâ Hazretleri nefsanî şehvet, hırs, öfke gibi duyguları ateşe benzetir. Cehennemin âlemleri yutmasına rağmen «daha yok mu?» demesi gibi nefs-i emmâre de doymak bilmez. Çünkü cüzler küllün özelliğini taşır, nefis de cehennemin huyunu taşır.
Yedi kapılı cehennem, yedi başlı, her ağzından ateşler saçan bir ejderhadır ki bunlar şârihlere göre nefsin kötü huyları olan, gurur, hırs, şehvet, haset, hasislik, hiddet ve şöhreti temsil ederler.
Bu ejderhanın cehennemî ateşini denizler söndüremez. Çünkü ateşi suyla söndürmek mümkündür ama nefis, çakmak taşı ve demirdeki gibi bilkuvve (potansiyel) bir ateş olduğundan bu şekilde sönmez.
Hazret-i Mevlânâ nefsin bu görünmeyen tehlikesini donmuş ejderha ile de temsil eder. Hikâyede nefis muhasebesini terk eden gafil kişi, dağda bulduğu donmuş bir yılanı ölü zannederek şehre indirip güneş ışığına maruz bırakan adamla temsil edilir. Güneşin harareti yani şehvetler, donmuş yılanı diriltir ve adamı yutar:
“Ey insanoğlu; senin nefsin de bir ejderhadır! Ölmüş görünse bile ölmemiştir; günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş bir hâlde, donmuş gibi beklemektedir! (…) Nefis ejderhası; yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düşerse, küçük bir kuvvet hâline girer. Fakat mal-mülk, yüksek mevki yüzünden nefis sivrisineği, çaylak kesilir.
Sen nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını başına al da, onu güneşin altına getirme! Dikkat et ki, ejderhan donmuş bir hâlde kalsın; eğer o canlanırsa, sen onun bir lokması olursun! (…) Çünkü üstün şehvet güneşinin harareti vurunca, o pis baykuş kanatlanır uçar!”
Serkeş nefis eşeğine Hazret-i İsa gibi hâkim olmak gerektiğinden, bir ejderha olan nefisten zarar görmeden onu elde tutmak için Hazret-i Musa gibi olmak gerekir. Ejderhanın gözünün zümrütten kamaştığı gibi, nefis Allah dostunun huzurunda bulunursa, onun yüz arşın uzunlu¬ğundaki dili kısalır, yani kötülüğe cür”eti kalmaz.
Nefsinin kötülüğünden haberdar olmayan kişi omzunda yılan olduğunu bilmeyen adam gibidir. Damdaki bir kişi yani mürşit bunu görür ve haber verir, fakat gaflette ısrar edenler bu îkazlardan rahatsız olurlar. Yılan boyunlarını sokunca ise niye beni uyarmadınız diye feryât ederler.
Çâresizdir sürü, olmazsa hakîkî çobanı
Ruh görünmezse tutar meydanı nefsin yılanı
[Mürîd]
ASLAN
Mevlânâ Hazretleri nefs-i emmâreye aslan ve tavşan hikâyesindeki aslanı misâl getirir. Hikâyede ormandaki hayvanlar her gün içlerinden birini feda etmeyi aslana vaat etmişlerdir. Aslan açlığı ve oburluğu ile tüm orman ehlini, bütün letâifi yiyen tüketen nefs-i emmâredir. Bir bir hayvanları yerken bu gidişe akl-ı meâdı temsil eden tavşan «dur!» der. Aslanı kuyu başına götürerek, kuyudaki aksini kendisinin rakibi olan bir aslan olarak gösterir, rakibini alt etmek için kuyuya atlayan aslan kuyuda mahsur kalır. Nefsin kuyuya kapatılması mücâhedeye tâbî tutulması demektir. Nefis bir hile ile de olsa kendi düşmanının kendisi olduğunu görmüş, onunla cihad etmek için kuyuya atlamıştır.
“Ey aslanlar yaratan Allah”ım! Eğer, biz bir köpeklik etti isek, nefs-i emmâre arslanını pusudan çıkarıp, üstümüze saldırtma.”
KÖPEK
Nefis azgın bir aslan kesilse de aslen, asâleten aslan değildir. O gurbetteki rûha karşılık kendi çöplüğünde, yani dünyada ve beden mülkünde olduğundan aslan kesilmektedir. Eğer ormana gerçek aslanlar olan Hak dostları davet edilirse köpek nefis, aslan taklidini bırakır.
Nefis, rûhu taşıyan bir binek olduğu gibi, rûha verdiği hizmet yönünden bir av köpeğine de benzetilir:
“Avlanırken senin işine yarayan ancak köpektir, yani nefsindir. Bu nefis köpeğini fazla besleme, önüne az kemik at. Çünkü köpek doyunca azgınlaşır, emrine uymaz, karnı tok olduğu için avın arkasında koşmaz.”
Eşeğin bağlandığı kazığın yerini köpekte tasma alır. Ejderhadan, donmuş olsa da çekinilmesi gerektiği gibi köpeğin de köpekliğinden emin olunmamalı boynundan tasma eksik edilmemelidir:
“Kendine güvenip de sakın tasmayı nefis köpeğinin boynundan çıkarma! Bu nefis köpeği terbiye edilse, hattâ terbiyeli bile olsa, yine de köpektir!”
Necip Fâzıl da nefsi iradeye dişlerini geçirmiş bir köpek şeklinde tasvir ederek kadîm temsili kullanır:
Doğmaz güneşlere bağlandı vâde;
Dişlerinde köpek nefsin, irade.
YIRTICI KURT
İnsanın kötülüklerden başkasını sorumlu tutmasına karşı Mevlânâ Hazretleri nefsi yırtıcı bir kurda benzetir. Başka bir temsilde ise kurt, akıl çobanının gözetemediği sürüden koyun nefsi çalan şeytandır.
HIRSIZ FARE
Nefis bir faredir. Eşeğin aklı çayırda olduğu gibi fare de hep lokma peşindedir. Yolları hep toprak altındadır. Toprak ise süflî dünyadır. Fare nefis, lokma bulmaya yarayan akl-ı meâşa kulak verir, yarınları düşünen akl-ı meâda değil!
Nefsin fareye benzetilme vecihlerinden biri de onun hırsızlığıdır. Kırk yıldır toplanan buğday ambarda yoksa bunca yıllık ibadetten hâsıl olması beklenen iç huzuru kayıpsa onu nefis çalmıştır:
“Ey Hak talibi can, önce ambara giren fareden kurtulma çaresini ara, ondan sonra buğday toplamaya çalış.”
Mevlânâ hırsız fareye karşı aklı dikkatli bir kedi olarak tasvir eder.
KEDİ
Hazret-i Mevlânâ bedenî arzuların birbiriyle ilişkisini tespit ederek, yeme içmenin şehvete dönüşeceğini söyler ve şehveti teskin etmenin helâl yolu olan evliliğe teşvik eder:
“Mademki yemeye, içmeye düşkünsün, vakit geçirmeden bir kadınla evlen, yoksa kedi gelir, yağlı kuyruğu kapar, gider.”
Şefik CAN merhumun tercümesinde bu beyitteki kedinin şeytan ve nefsi, yağlı kuyruğun ise cüz”î iradeyi temsil ettiği kaydedilmektedir.
KOYUN
Mevlânâ dilinde koyun, kurt ve çoban mazmunu nefis, şeytan ve rûha uygulanır. Aklı, rûhu veya mürşidi remzeden çoban, sürüyü kurda karşı uyarsa da nefse, bedene uymuş kişileri temsil eden koyunlar, «biz kurdun lokmasıyız, biz ateşin odunuyuz.» derler.
Koyun başka bir temsilde, ruh kuzusunu doğuran bedendir. Nefis, rûhun doğabilmesi için sancı çekmeli, ana koyun gibi bu sancıdan üzüntü duymamalıdır, çünkü önemli olan ruh kuzusunun doğmasıdır. Koyun burada olgunlaşma yolundaki nefsin sembolüdür. Bundan daha ileri merhale aslan olmaktır:
“Mademki aslan değilsin, aklını başına al, ayağını ileri atma, çünkü ecel kurttur. Senin canın ise dişi bir koyun gibidir. Eğer sen, ilâhî vasıfları kazanmış abdal bir kişi isen ve senin koyunun aslan oldu ise, yani nefsanî arzularını yenerek rûhunu arındırdı isen, emin olarak gel; ölümün başını eğmiş, sana yenilmiş, alt olmuştur.”
KURBANLIK SIĞIR
Nefis, rûha kurban edilmek için vardır. Sığır, kurbanda kesilmek için beslenir. Hazret-i Musa kıssasındaki sığırın kesilip bu vesileyle bir cesedin diriltilmesine de telmihle Mevlânâ şöyle söyler: «Ruhların haşrini, dirilmesini istiyorsanız, bu sığırı, yani nefsi kurban ediniz.»
KARGA
Hazret-i Âdem”in oğullarından kardeşi Hâbil”i öldüren Kābil, kardeşinin cesedini ne yapacağını bilememiş, gömmeyi ise kargadan görerek akıl etmiş olduğu Kur”ân-ı Kerîm”de bildirilir. Hazret-i Mevlânâ bu kıssayı anlattıktan sonra şunları söyler:
“Karga, arkasında uçan rûhu, sonunda mezarlığa götürür. Aklını başına al da, kargaya benzeyen nefsin peşine düşme. Çünkü o, seni bahçe tarafına değil mezarlığa götürür.”
Kur”ân-ı Kerîm”de Hazret-i İbrahim”in: “Rabbim ölüleri nasıl diriltiyorsun? Bana göster!” şeklindeki niyazı üzerine, Allah Teâlâ, ondan dört kuş alıp kendine alıştırmasını, sonra onları kesip her bir parçayı ayrı bir dağa koymasını sonra da çağırmasını ister.
Mevlânâ bu kuşları nefsanî bir takım duygularla tevil etmiş, bunların başının kesilmesiyle görülecek dirilişin, sâlikteki kalbî diriliş olacağını beyan etmiştir. Kısaca ifade edersek, bu dört kuş hırsı temsil eden kaz, makam ve mevkii temsil eden tavus, şehveti temsil eden horoz ve bitmek tükenmek bilmeyen arzuları temsil eden kargadır.
Mesnevî”deki nefis temsilleri ve muhtevaları kısaca bunlar. Bunlara özlü bir hâtime olarak Kanunî Sultan Süleyman”ın şu beyti ile yazımıza son noktayı koyalım:
Nefs hazzın ey Muhibbî vermegil hayvân sıfat,
Zabt-ı nefs et ârif ol âlemde insanlık budur!
Yüzakı Dergisi