Hazret-i Pîr’in Huzûrunda
Naci Ahmed Dede
Hz. Mevlânâ, 2 Mart 1927 tarihinde “Asâr-ı Âtika Müzesi” olarak ziyârete açılan, 1954 yılında yeniden düzenlenerek “Hz. Mevlânâ Müzesi” olarak düzenlenen “türbesi”nde ziyâretçilerini ağırlamaktadır. Konya’ya gelen, hemen hemen, herkesin ziyâret ettiği bu mübârek mekânda ya sergilenen eserleri hayranlıkla ziyâret etmekte ya da o mekânın sahiplerini vesile ederek gönlünün murâdı için Allah’a duâlar etmektedir.
Bu mübârek mekân, kuşkusuz ki, 1927 tarihinden önce de, kendi yolunu takip edenler tarafından ziyâret edilirdi. Mevlevîler de , Mevlevîliğin Pîr’i Mevlânâ’nın, Hz. Çelebi Hüsâmeddîn’in ve çelebilerin rûhlarına Fâtihalar okumak, o mübâreklerin ma’nevî huzûrlarında yüce Mevlâ’ya duâ ve niyâzlar arz etmek, böyle yüce huzûrlarında huzûr bulmak, ma’nevî feyz ve güzellikler kazanmak için türbe ve kabir ziyâretlerinde bulunurlardı.[1]
Şimdi rahatça ziyâret ettiğimiz bu mekânı tekkelerin açık olduğu dönemde bir “dede” nasıl ziyâret ederdi? Bu mekân/ mekânların kendine has bir ziyâret tarzı (duâsı, âdâbı ve erkânı) mutlaka vardı. Ama neydi?
Bu konuda maalesef bir iki kaynak dışında, şimdilik, satır arası bilgilerle yetinmek durumundayız. Bunun bizde hatırat yazma alışkanlığı olmamasından ziyâde, bu ziyâretlerin ma’nevî bir tecrübe olmasından kaynaklanmaktadır.
Yine de , sıkı bir disiplin ocağı olan “Mevlevîliğin” bu ziyâret konusunda da bazı kaideler koyduğunu, elimizdeki az kaynaklar bize göstermektedir.
Konya’ya gelen her dede, önce Mevlânâ ile Şems’in buluştuğu Merac’el Bahreyn (İki denizin birleştiği yer)’e, oradan Şems Zaviyesi’ne giderdi.[2] Böylelikle dede, Mevlevîliğin temelinin atıldığı yer ve temelini atan mübârek zatları ziyâret ederek “Mevlevîliğin Teşekkül Devri’ni” hatırlıyor, bir nevi, Hz. Pîr’in huzûruna çıkma provası yapıyor gibidir.
İlk Menzil: Merac’el Bahreyn Zâviyesi “İki denizin kavuşması”
Konya dışından ziyârete gelen dedemizin ilk menzili Mecma’u’l-Bahreyn Buk’ası (Zâviyesi)’dir. Hz. Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî’nin buluştuğu bu nokta, Mevlânâ’nın rûhi hayatındaki keskin dönüşümün başladığı ve, tabir yerinde ise, Mevlevîlik Tarikatı’nın doğduğu noktadır. Bu nedenle Mevlevîler, Mevlânâ-Şems buluşmasını, Mevlânâ’yı Hz. Musa’ya, Şems’i ise Hızır’a benzeterek, Kur’an da anlatılan Musa-Hızır buluşmasının bir benzeri olarak görürler. Bundan dolayı Mevlevîler bu noktaya, Rahmân Suresi’nin 19. âyetinden ilham alarak, “İki denizin kavuşması” Merac’el Bahreyn (Mecma’u’l-Bahreyn) adını vermiştir.[3]
Buraya bir mescit, bir kaç hücre ile sofadan meydana gelen Mecma’u’l-Bahreyn Buk’ası (Zâviyesi’ni) inşa etmişler. Bir kere yıkılan ve tekrara yapılan bu buk’ada[4], buluşmanın gerçekleştiği yer bir parmaklıkla çevrilmiş ve ,kabir taşı gibi, taştan yapılmış özel bir işaret[5] konmuştur. Her akşam Mevlânâ Dergâhı’ndan buraya, dış kandilci dede tarafından, yağ getirilerek oradaki kandil küçük bir törenle, muhtemelen “Çerâğ Gülbângı” okunarak, uyandırılır ve ertesi sabah yine küçük bir törenle dinlendirilirdi[6].
XIX. Yüzyılın başlarında sadece mescit[7] bölümü faal durumda iken, XIX. yüzyılın sonlarına doğru mescid de ortadan kalkmış, sadece parmaklıkla çevrili alan kalmıştır. Hatta bu nokta unutulma tehlikesi geçirmiştir.[8]
Bereket versin ki, Müze Müdürü Mehmet Önder, tekkelerin faal olduğu dönemde Hz. Mevlânâ Dergâhı’ndan buraya yağ getirerek kandili uyandıranlardan biri olan Ankaralı Mehmed Dede’den buranın neresi olduğunu göstermesini istemiş, Ankaralı Mehmed Dede de Selçuk Oteli’nin karşısında kaldırımın kenarında, halen belediyece konulan bir işaret bulunan yeri işaret ederek,bu yerin tespit edilmesini sağlamıştır.[9]
İşte bu zâviye- ziyâretgâh, Konya’ya ayak basan dedenin ilk uğrak yeridir. Dede, niyâz ile zâviye kapısından girer, zâviye şeyhinin hücresine, müsaadeyle, girerek zâviye şeyhi görüşür, kısa bir sohbetle, bu sohbet genelde bir kahve içimi kadardı, buranın hikayesini tekrar hatırlar, sonra izin alarak bu noktayı ziyâret ve buraya niyâz ederdi.
Muhtemelen bir parmaklıkla çevrilmiş, taştan yapılmış özel bir işaretle “görüşerek”, duâsını yapar. Bu nokta ona yıllardır dinlediği Şems – Mevlânâ buluşmasını ve arkadaşlığını hatırlatır, bu aşk menba’ında gönlünü doldurarak ayrılırdı.
İkinci Menzil: Şems-i Tebrîzî Zâviyesi
“Benim türbemi ziyârete gelmeden önce, Şems-i Tebrizî türbesini ziyâret et bana öyle gelin.”[10]
Merac’el Bahreyn Zâviyesi’ni ziyâret ederek Hz. Mevlânâ – Şems-i Tebrîzî hatırasını gönlünde uyandıran dedenin ikinci menzili “Şems-i Tebrîzî Zâviyesi”dir.
Mezârlar içinde bir semâ’-hâne, semâ’-hâneden camekânla ayrılan bir türbe ve harem dairesinden oluşan bu küçük “zâviye” ziyâreti, âdet olduğu gibi, şeyhi ziyâret ile başlar. Şeyh odasında, kahvenin eşlik ettiği kısa bir sohbetten sonra, ki bu sohbetin konusu muhtemel ki “ Hz. Şems”tir, şeyhin refâkatinde türbenin yer aldığı semâ’-hâne kapısına gidilir. Dede, semâ’-hâne’ye niyâz ile girer. Kapıdan türbenin olduğu yere kadar içinden “ism-i Celâl“ okuyarak gider. Hz. Şems’in tavanından Hint kumaşlarının sarktığı sandukasının önüne gelindiği zaman Allah’a, gönlünde olan isteklerin olması için duâ edilir ve hem duâlarını kabulüne hem de Hz. Şems’in rûhuna “Fâtiha “okunur .
Bu vazifesini yapan dede türbede, camekân içinde, muhafaza edilen Hz. Şems’e ait özel eşyalarını “ziyâret” eder. Daha sonra şeyh efendi ile “görüşerek” o mübârek makamdan ayrılır
Hz. Pîr’in Huzûrunda
Hz. Şems’ten çıkan dede, Hz. Pîr’in huzûruna yaya gider. Çünkü “Huzûr”a araba ile, tantana ile girmek edebe aykırıdır. Eğer vâsıta ile gelmişse, Dergâh kapısına gelmeden araçtan iner. Çünkü “Huzûr”a başı ayak yaparak, elsiz ayaksız girmek gerekir.[11]
Dede, dergâhın kapısından niyâz ederek, eşiğe basmamaya dikkat ederek girer. Çelebi Efendi ile görüşür. Eğer Çelebi Efendi dergâhta yok ise “Türbedâr Dede” ile görüşür. Türbedâr Dede’nin hücresinde yine bir kahvenin eşlik ettiği görüşmeden sonra, Türbedârın refâkatında “türbe”ye gidilir. Türbenin önü mermer döşeli türbe kapısının sahanlığı vardır. Bir parmaklıkla çevrilmiş olan bu kısmın dâhilinde, arabesk tezyînâtla bezenmiş pek güzel bir kapı gelir.
Dede, bu kapının önüne gelmeden sahanın ucunda ayakkabılarını çıkartır, burnu kapıya doğru gelecek şekilde kordu.
Besmele çekerek sağ ayakla ve eşiğe basmadan niyâzla tilâvet odasına girer ve türbedârla birlikte türbenin temizliğinden sorumlu olan dedelere (bevvâblara) selâm vererek onlarla görüşürdü. Sonra gümüş kapıya yönelir, kapının sövelerini, eşiğini öperek eşiğe basmadan, besmele çekerek ve niyâz vaziyetinde türbeye girerdi[12].
Hz. Şems’ten gelen dedenin, iki yere yaptığı ziyâret neticesinde, gönlü artık ta’rîfi mümkün olmayan bir heyecânla atmaktadır. Buna bir de “gönlünün murâdı” eklenince artık gözyaşı sel olur. Türbede ilk önce kapının hemen solunda yer alan “Horâsân Erenlerine” selâm verirdi. Niyâz vaziyetinde içinden “İsm-i Celâl” okuyarak türbenin sağında yer alan ilk mihraba kadar ilerler ve burada medfûn bulunan “Çelebi Hüsâmeddîn”in huzûruna varır. Duâsını ettikten sonra, hem duâsının kabulü için, hem de Çelebi Hüsâmeddîn’in rûhuna “Fâtiha” okur.
Sonra[13] yine içinden “İsm-i Celâl” okuyarak ikinci mihrabın önüne yani Hz. Pîr’in huzûruna gelir. Pîr’in eteğindeki “Gümüş Eşik”i öper, “Gümüş Kafes”in kapısı altındaki iki basamaklı gümüş merdiven önünde şükür secdesi yapardı. Dede bu eşiği gözyaşları ile adeta yıkayarak duâ eder, ziyâret süresince hiç konuşmaz, çevresiyle alâkasını keser, sadece duâsına yoğunlaşırdı.[14]
Duâsını bitiren dede arkasını, Hz. Pîr’e dönmemek için, geri geri giderek semâ’-hâneye dâhil olurdu. Burada, türbedâr dede tarafından bohça içinde muhafaza edilen, Hz. Pîr ve çelebiyâna ait giysi/ eşyaları ziyâret ettikten sonra mescid kapısından çıkar, “Dervîşân Kapısı”ndan girerek başlayan ziyâreti “Hamûşân Kapısı[15]”ndan çıkmasıyla tamamlanırdı.
1 Hüseyin TOP, Mevlevî Usûl ve Âdâbı,(Ötüken Yayınları, İstanbul, 2001) s.48-49
2 Abdülbaki GÖLPINARLI, Mevlana’dan Sonra Mevlevîlik, (İnkılap ve Aka, İstanbul,1983) s.330
3 Bekir ŞAHİN, Mecmâu’l-Bahreyn mi ? Marace’l-Bahreyn mi? Burası neresi?, Erişim Tarihi: 17.10.2020 https://konyaarastirmalari.blogspot.com/2017/05/mecmaul-bahreyn-mi-maracel-bahreyn-mi.html
4 ŞAHİN, agm..
5 Mehmed Ziya, Bursa’dan Konya’ya Seyahat, Hz. M. Fatih Birgül, (Bursa İl Özel İdaresi, Bursa, 2008) s.343
6 ŞAHİN, agm, (Nuri Şimşekler’den Naklen)
7 GÖLPINARLI, Mevlânâ’dan, s.330
8 1912 tarihinde Konya’yı ziyaret eden Mevlevî meşâyihi bu noktayı ziyaret etmemiş olması, bu geleneğin unutulmuş olduğunun gösterir mi? Bilmiyoruz ama bu nokta unutulmamış olsa bu geleneğin eski rağbetten yoksun olduğu düşünülebilir. Bkz. AKKUŞ, M, YAZICI, N, “Mevlevî tarikatı müntesibi Sultan V. Mehmed Reşad döneminde Hey’et-i Mevlevîye’nin Konya Ziyâret Günlüğü (4-12 Haziran 1912) “, I. Uluslararası Mevlânâ Sempozyumu Bildirileri, İstanbul, (2010) s,123-174
9 Bekir Bey’in makalesinde Ayaşlı Şakir ve İbrahim Hakkı Konyalı’nın farklı yer tarifleri yer almasına rağmen, geleneğin içinde yetişmiş Ankara Mehmed Dede’nin rivayetini tercih ediyoruz. Bkz. Şahin, Bekir, agm.
10 Erdoğan EROL, Mevlânâ Müzesi Müdürü’nden Anılar, (Ankara, 2011) s.131-132
11 Top, Mevlevî Usûl, s.48
12 Sayın Mustafa Holat, kendisiyle yaptığımız 05.10.2020 tarihli görüşmede “kapı halkasının” da öpüldüğünü belirtmektedir.
13 Sayın Mustafa Holat, aynı görüşmede, bu ziyaretin ardından Çelebi Hüsameddin’in hemen yanındaki Hemdem Çelebi’nin kabrinin de özellikle ziyaret edildiğini belirtmektedir.
14 EROL, Mevlânâ Müzesi Müdürü’nden Anılar,s.57
15 Sayın Mustafa Holat’ın ziyaret giriş ve çıkışının “Hamûşân Kapısı”ndan yapıldığını belirtmektedir.
#Abdullah Yılmaz