Hz. ÖMER VE İHTİYAR ÇALGICI

MESNEVÎ’DEN BİR HİKÂYE

 Hz. ÖMER VE İHTİYAR ÇALGICI

AHMET ANGI

Mevlânâ Hazretlerinin Mesnevî’sinde hikmet ve ibret dolu pek çok hikâye bulunmaktadır. Ancak öyle hikâyeler var ki onları adeta şifa niyetine zaman zaman ve tekrar tekrar okumanın insan ruhuna gıda, gönül dertlerine şifa gibi bir tesire sahip olduğunu belirtmeliyim. Bunlardan biri ihtiyar çalgıcının hikâyesidir.

Hikâyede geçen çeng günümüzde artık kullanılmayan bir mûsıkî âleti olması münasebeti ile kısaca ondan bahis açarak konuya girmek istiyorum. Batı müziğinde arp’a benzeyen çeng, bir zamanlar padişah meclislerinde baş tacı olmuş bir çalgı.

Tasavvufî sembollere de sahip olan bu mûsıkî aletinin gövdesi yukarı doğru yükselirken boynunun aşağı eğik olması, boynunu tevâzu ile öne eğmiş kişiyi hatırlatır. Telleri bağlı ama buna karşılık bin bir tane dili var, yani hem tutsak, hem hür. Bağları ona dil olmuş, nağme olmuş. Asırlarca, âşıkların nice sırlarına tercüman olup sonra derin bir suskunluğa gömülmüş. Bu sessizliğe sebep çengin derdini anlatmadan yorulması mı, yoksa insanların onun derdini dinlemekten yorulmaları mı, kim bilir? Hâsılı tezatların harman olduğu, kadim bir mûsıkî âletidir çeng. Ahmed-i Dâî onun adına “Çengnâme” isimli 1446 beyitlik bir Mesnevî yazmıştır.

Mesnevî’nin en başta gelen mevzusu “Yaradan’ımızın, sonsuz kudret, sonsuz merhamet ve sonsuz ihsanının büyüklüğünü anlatarak, hayret ve aşkla ona bağlanmaya davettir.” Hikâyenin ana teması da budur.

Bu hikâye Mesnevî’de; 1. Cilt, 1913-2222. beyitleri arasında, toplam 140 beyitte fasılalarla anlatılmakta olup yazımızda; Mesnevî’nin Nicholson neşri ve İzbudak çevirisi esas alınmıştır.

Hikâyenin kahramanı; Hz. Ömer efendimiz döneminde çeng çalmada mahir ve sesinin güzelliğiyle dinleyenleri büyüleyen, hayranı oldukça fazla, bugünün deyimiyle yıldız diyebileceğimiz hüner sahibi bir kişi.

Gençlik döneminde, şöhretin doruğunda, el üstünde tutularak, naz ve nimet içerisinde, müreffeh bir hayat sürüp nihayet yaşlanır, sesi çatallanıp, nağmelerinde eski güzellik duyulmaz olur. Birer ikişer, hayranlarını kaybeder, çevresinde kimse kalmaz.

Yalnızlığın, açlığın, hayal kırıklığının kendisini her yandan kuşatıp, acizliğini ve hatasını iliklerine kadar hissettiği bir gün; son bir ümitle, son bir çırpınışla Rabbine yönelip ondan imdat isteme fikri zihnine düşer. Fakat sahip olduğu tek hüneri vardır, Rabbine de o hüneriyle yalvarmak, o hüneri ile istimdat etmek ister.

-Cenabı Hak’tan kiriş parası (yani bahşiş) isteyeceğim. Çünkü o kendisine karşı halis olan kalplere kerem ve ihsanıyla muamele eder” (1/2087) diye söylenerek, çengi omuzlayıp doğruca Bâki Kabristanı’na gider, orada Rabbine şöyle seslenir:

-Allah’ım, bana çok ömür ve mühlet verdin, hakir bir kişiye karşı lütuflarda bulundun.

-Yetmiş yıldır isyan edip durdum. Benden bir gün bile ihsanını kesmedin.

-Bugün kazanç yok, senin konuğunum. Çengi sana çalacağım, gayrı seninim.(1/2083-2085)

Hem çalar, hem söyler, hem ağlar… Perişan bir halde saç baş toz toprak, gözyaşları içinde çengi yastık yapar, mezarlıkta uyuyakalır.

O esnada Hz. Ömer efendimize alışık olmadığı bir saatte, dayanılmaz bir şekilde bir uyku bastırır. İhtiyarının dışında başını koyup uyuyakalır. Uykusunda hatiften bir ses;

-Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar!

-Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlığa kadar gitmek zahmetine katlan.

-Ey Ömer, kalk. Beytülmalden yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna say!

-O parayı huzuruna götürüp “Ey makbulümüz olan! Şimdilik bu kadarcığı al ve bizi mazur gör.

-Bu kadarcık para sana ancak ibrişim (kiriş) parasıdır. Harcet, bitince yine buraya gel” de. (1/2162-2166)

Hz. Ömer uykudan sıçrar, yedi yüz dinarı aldığı gibi Bâki Kabristanı’na koşar. Adeta kabristanı dört dolaşır fakat saçı başı toz toprak içerisinde, hali perişan o ihtiyar çalgıcıdan başkasını bulamaz. “Has, muhterem bir kulum” dendiği için, bu perişan halli çalgıcının haricinde bir adam arar.

Fakat ne çare, o anda kabristanda o ihtiyar çalgıcıdan başkasını bulamaz ve viranelerde ne defineler gizlidir diye düşünüp hürmetle çalgıcıyı uyandırır. Korkuya kapılan ihtiyarı teskin eder, Hakk’ın selamını ve buyruğunu ileterek yedi yüz dinarı uzatır.

-Benden korkma, ürkme; çünkü sana Hak’tan müjdeler getirdim.

-Cenabı Hak, senin huylarını o derece methetti ki nihayet Ömer’i, senin cemaline âşık etti.

-Otur şöyle önüme; uzaklaşmaya kalkışma. Kulağına devlet ve ikbal âleminden bazı sırlar söyleyeyim.

-Cenabı Hak sana selâm söylüyor; halini, hatırını soruyor. Hadsiz hesapsız zahmetlerden, kederlerden, ne haldesin? Buyuruyor.

-Şimdilik şu birkaç dinarı ibrişim parası olarak al, harca da bitince yine buraya gel! (1/2179-2183)

Yetmiş sene isyan ile geçen bir ömrün, defterler dolusu günahı, bu iki kelime için silinip, bir de üzerine “Has, muhterem kulumdur…” iltifatına mazhar oluyor.

Beytülmalden 700 dinar alıp vermesi ferman ediliyor Hz. Ömer’e. Bu 700 dinar, “Has kulumuz” iltifatının yanında bir saman çöpü bile etmez. 700 dinar nedir ki; bütün dünya mülkünü, hatta dünya ne olur ki; tüm kâinatı verse; bu iltifatın yanında saman çöpünden aşağı kalır. Bu büyük devlet; iki kelimelik, basit ama olabildiğince saf ve içten, “Senin için”; sözünün karşılığında olması oldukça düşündürücüdür.

İhtiyarın gönlüne öyle bir ateş düşmüştür ki; isyanla geçen ömrüne mi yansın, kırık dökük bir ilticaya gelen cevabın muhteşemliğine mi yansın bilemez. Pişmanlık ateşi yalazlanırken bir yanda, hayranlık deryası dalgalanır diğer yanda. Çengi kırar, yakasını yırtar, feryadı arşa dayanır ihtiyarın. Kırdığı sade çengi miydi yoksa gerçek yol kesici nefsi emmaresi miydi, kim bilir? Gönlü yanmış, perişan bir halde, Erham’ür Râhımîn olan Rabbine, Hz. Mevlânâ’nın ifadesiyle şöyle yalvarır:

-İhtiyâr, bunu işitince kendini yerden yere vurup ellerini ısırmağa, elbisesini yırtmaya başladı.

-Ey her şeyde olduğu gibi keremde de eşi benzeri olmayan Rabbim; bîçâre ihtiyar kulun utancından eridi diye feryâd etti.

-Bir hayli ağlayıp eleme düştü. Nihayet çengi yere çalıp parça parça etti.

-Dedi ki: “Ey benimle Rabbimin arasında perde olan, ey beni ana yoldan azdırıp sapıtan!

-Ey yetmiş yıldır kanımı emen, kemal sahibine karşı yüzümü kara eden!

-İhsan ve vefa sahibi Mevlâ, cefalarla, suçlarla, geçen ömrüme sen acı!

-Cenabı Hak bana öyle bir ömür verdi ki o ömrün bir gününün kıymetini bile cihanda kimse bilemez.

-Bense bütün o ömrü, her nefeste zir ve bem perdelerine harç ederek yele verdim. (1/2184- 2191)

İhtiyarın yanık gönlünü bu ağlayıp inleme vadisinden, daha yücelere kanatlandırmak üzere Hz. Ömer efendimiz sırlar hazinesinden bahis açarak, ihtiyarın kulağına gaybdan öyle sırlar söyler ki, ihtiyar bambaşka bir hale gelir.

-Bunun üzerine Ömer, çalgıcıya dedi ki:

“Senin bu ağlaman, aklının başında olduğuna delâlet eder.

-Yok, olanın yolu, başka yoldur; çünkü aklı başında olmak da başka bir günahtır.

-Aklı başında oluş, geçmişleri hatırlamaktan ileri gelir. Geçmişin de Hakk’a perdedir, geleceğin de.

-Her ikisini de ateşe ver. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi boğum boğum olacaksın? (1/2199-2202)

-Haberlerin haber vericiden bihaberdir; tövben günahından beterdir.

Ey geçen hallerden tövbe etmek isteyen! Bu tövbe etmekten ne vakit tövbe edeceksin, söyle! Gâh zir nağmesini kıble edinirsin; gâh ağlayıp inlemeyi öper durursun.” (1/2205-2206)

Bu sırları duyan ihtiyar ağlayıp inlemeyi bıraktı ve öyle bir makama erişti ki; tarifi imkânsız.

Faruk, sırlara ayna olunca ihtiyar çalgıcının canı da cisminde uyandı.

Artık can gibi, ağlamadan gülmeden kurtuldu. Canı gitti, bambaşka bir canla dirildi.

O zaman gönlüne öyle bir hayret geldi ki yerden de dışarda kaldı, gökten de (bütün âlemi unuttu).

Ona arayıp tarama hududu ardında öyle bir arayıcılık düştü ki ben bilmiyorum; sen biliyorsan söyle!

Hâlden de öte, kâlden de ileri şöyle bir hâle, öyle bir kâle erişti; ululuk sahibi Allah’ın cemaline dalıp kaldı. (1/2207-2212)

Bu kadar küçük bir amel karşılığında, akıl almaz ihsanlar bağışlayan böyle cömert bir Rabbin huzurundan eli boş dönersek, çok yazık olur bize vesselâm!

Dârülmülk Konya 2. Sayı

Hz Omer Ve Ihtiyar Calgici