“KÖTÜ HUYLARINI KURBAN ET!”
Genel olarak Mevlâna’nın düşünce dünyasına baktığımızda görüyoruz ki insanın temel görevi, aslını aramak ve ona ulaşmaktır. Mesnevi’nin ilk beyitlerinde anlatıldığı gibi asıl vatanından, yani ruhlar âleminden, cemâl-i mutlak olan sevgilisinden, dostlarından ayrılan insan, bu gurbet diyarında ıstıraplarla yoğrulup kemâle erdikçe, mânen tekâmül edip değer kazandıkça aslına, yani o sonsuz değerler kaynağına yaklaşabilir.
Gerek Allah katında, gerekse insanlar nezdinde kişinin değer kazanabilmesi, değerli olması yani altın ve gümüş gibi tortulardan arınabilmesi, dâima nefsiyle, hemcinsleriyle ve hayat şartlarıyla mücâdele etmesine; toplum hayatına katılıp ıstırap çekmesine; böylece her türlü bilgi, tecrübe, vukuf sahibi olmasına ve nihayet hemcinsleriyle ünsiyet ve ülfeti bozmayacak bir üslûpla doğru işler, doğru tercihler yapmasına bağlıdır.
Ancak bu da yeterli değildir. Âyet-i kerimede buyurulduğu üzere[1] insan, doğru olduğuna iman ettiği değerler ve kaideler çerçevesinde alıştığı, sevdiği, zevk aldığı şeylerden feragat etmedikçe; aslî hedef uğrunda, büyük faydalar için küçük kazanımları kurban verme basiretine ve cesaretine erişmedikçe yine sağlıklı gelişme gösteremez. Nitekim Hz. Mevlâna diyor ki “Doğrusu savaşlar barışa sebep olur. Rahata zahmetle ulaşılır. (3/9120, 393)[2] Peygamberimizin savaşı, barışa sebep olmuştur. Bu son devirdeki barış, o savaş yüzündendir. (1/3866) Varlığı nerede arayalım? Varlığı terk etmede; barışı nerede umalım? Barıştan vazgeçmede!” (6/823-4)
Mevlâna’ya göre söz konusu feragate ve fedakârlığa direnme, anne karnında başlar. İnsanoğluna, diğer canlılarda olduğu gibi kendini sevme, kendinden razı olma, çevresini benimseme özellikleri verilmiştir. Ademoğlu benimsediği ve alıştığı şeylerden kopmak istemez; bu tamah sebebiyle kendisinde korkular gelişir. Mesnevi’nin 3.defterinde konu güzel bir tarzda ele alınmıştır. Mevlâna diyor ki:
“Anne karnındaki çocuğa birisi dese ki: ‘Dışarda pek düzgün, pek güzel bir âlem var… Enine, boyuna geniş bir yeryüzü… Orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler. Dağlar, denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar… Pek yüksek, parlayan bir gökyüzü… Güneş, ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı. Doğudan, batıdan, yıldızdan, poyrazdan, esen yeller… Bağlar, bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte… O âlemdeki hayranlık veren şeyler anlatılamaz ki… Sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin? Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin?’ Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir. Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. (…) (Çünkü) tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Anne karnındaki çocuk da kana düşkünlük gösterdiğinden, o aşağılık yurtlarda kan, onun gıdası olduğundan, tamah ona bu dünya ile ilgili sözleri işittirmez. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir. (Doğduktan sonra) süt ninesi, süte alışmış çocuğun ağzını nimetle hoş eder. Ama çocuğu memeden kesti mi ona yüzlerce bahçelerin, bostanların yolunu açmış olur. (…) (İnsan) kandan kesilince süt içmeye, sütten kesilince lokma yemeğe başlar. Lokmadan kesildi mi Lokman kesilir, gizli matlûba talip olur. Nefsin boğazı vesveseden boşaldı mı ululuk vahyine konuk olur. Hulâsa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş yavaş kendini gıdadan kesmeye çalış vesselâm.” (3/42 vd.)
Yukarıda çizilen tabloda anne karnındaki çocuğun, daha değerli olana ulaşması için, alıştığı, sevdiği ve kendini güvende hissettiği ortamı feda etmesi gerekiyordu. Keza o, tek bir lezzetten ibaret olan sütten vazgeçmedikçe, birçok değişik lezzeti tatma ve tanıma şansına erişemeyecekti. Bu durum, hayat boyu böylece sürüp gider. Mesela okula ilk başlayan çocuklar, sıcacık anne kucağını ve alışageldikleri aile ortamını kolay kolay feda edemezler. Bu hususta Mesnevi’de nice değerli yorumlar ve orijinal benzetmeler vardır. Hz.Pîr der ki:
Peygamber (a.s.) buyurmuştur ki: “Öğüt vermek üzere iki melek hoş bir sûrette şöyle nidâ ederler: “Yarabbi, muhtaçlara ihtiyaçları olan şeyi verenleri doyur; verdikleri her dirheme karşılık yüz bin mükâfat ver! Yarabbi, malını esirgeyenlere de ziyan içinde ziyandan başka bir şey verme!” Allah uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Allah uğruna can verirsen sana da can bağışlarlar. (2/380 vd.)
Ey ulu kişi! (Namazdaki) tekbirin manası şudur: “Yarabbi, huzurunda kurbanız!” Koyunu keserken ‘Allâhu ekber’ dersin ya, o geberesi nefsi keserken de bu söz söylenir. Ten, İsmail’e benzer, can İbrahim’e… Can, ulu bedene tekbir getirdi mi, beden şehvetlerden, hırslardan kurtulur; besmeleyle kesilmiş temiz bir kurban haline gelir. (3/2143 vd.)
Çünkü namazın aslı, bedeni, oğlu terketmek ve İbrahim gibi oğlunu kurban edip Nemrud’un ateşine atılmaktır. Namazın kemali için bu lazımdır. Bu huylara bürünmek için Mustafa aleyhisselam’a da “İbrahim’de sizin için uyulacak huylar, sıfatlar vardır” diye emir gelmiştir.[3] (5/1264 vd.)
Aklı, zekâyı sat da hayranlığı satın al. Akıl ve zekâ, zandır; hayranlıksa bakış, görüş! Aklı, Mustafa (a.s.)’ın önünde kurban et. ‘Hasbiyallâh’ de, yani ‘Allah bana yeter!’ Akıl ve zekâ, sana kibir ve gurur verir. Aptal ol da gönlün doğru kalsın! Aptallık dediğim, halka iki kat maskara olan adamın ahmaklığı değildir. Bu aptallık, O’na hayran olan adamın aptallığıdır! Kendilerini unutup Yusuf’un yüzünü görenler, o güzelliğe dalıp kalanlar, bu yüzden ellerini doğrayanlar yok mu? İşte onlar aptaldır! Aklı, dost aşkında kurban et. Zaten akıllar, sevgili ne yandaysa, o yandadır.” (4/1402 vd.)
Hasılı, korkuları yenmek, gerek dünya, gerekse ahiret hayatı için küçük faydaları, menfaatleri, zevkleri, daha kıymetli olan şeyler için kurban verebilmek, ibtidaîlikten kurtulup insânî erdem ulaşmak demektir. Bunun için de inanan bir insan için en değerli maneviyat ve motivasyon kaynağı, iki dünyayı da kuşatan yüksek hedefi, imanı, aşkıdır.
[1] Âl-i İmrân Sûresinin 92 .âyeti: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.”
[2] Mesnevi’ye ait olarak parantez içinde verilen numaralar Nicholson metni ve İzbudak tercümesindeki defter ve beyit numaralarını göstermektedir.
[3] Mümtehine Sûresinin 6. âyeti: “Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye layıktır.”
Dr. Yakup Şafak
#Yakup ŞAFAK