Köy gençliği üzerine
Gerek dünya genelinde olsun ve gerekse ülkemiz özelinde olsun son 50-60 senenin sosyo-ekonomik yönelimi insanların büyük şehirlere hücum etmelerine sebebiyet verdi. Bunun neticesinde şehirler artık antik çağın veyahut orta çağın küçük veyahut orta ölçekli geleneksel şehirleri olmaktan çıktı. Azmanlaşan metropoller haline geldi. Belki fiziksel olarak büyük binalar, yollar, alışveriş merkezleri yapıldı ama insanın asaletini ve huzurunu bozucu oluşumlar da bir o kadar arttı. Bir mahalli idare yöneticisi veyahut şehir planlamacısı olmadığım için konunun fiziksel izahını yapacak değilim. Belki “Metropollerde Kaybolan İnsan” şiirsel başlığı altında insanın artan manevi ve fikri bunalımlarını ele almak istiyorum. Son zamanlarda batı yazınında “Metropol İnsanı ve Spritüalite” başlığı altında bir çok felsefi ve dini makalelere denk gelinmektedir biz de bir sonraki yazımızda bu konu üzerine temerküz etmeğe çalışacağız.
Bugün ise bu gelişmenin ülkemizin özellikle köy gençleri üzerinde yol açtığı fikri ve manevi problemlere temas etmek istiyorum. Aslında bu konu daha genel manada “Gençlerimiz ve Manevi / Fikri Gelişimleri” çatısı altında ele alınacak bir konudur. Zira köy olsun, kasaba olsun, şehir mekanında olsun genç insanın bütününün bu konuda sorunları bulunmaktadır. Fakat ben burada şimdilik Geleneksel düşünce bağlamında sadece Köy Gençleri üzerinde durmak istiyorum.
Sorun tabii ki çok boyutlu. Tek bir müsebbibe indirgememek lazım. Köyün cazibesini yitirmesi umumiyetle, meşgul olunacak bir ekonomik gelir kapısının ya kısıtlı veyahut bazı yörelerde olduğu gibi hemen hemen hiç olmamasıyla yakından irtibatlı. Bunda Türkiye TV kültürünün özendirdiği şehirli serseri tipinin gençlerin gözünde tarım ve hayvancılığı cazib meslekler olmaktan çıkarmasının da rolü büyüktür. Oysaki geleneksel felsefede toprakla haşır neşir olmanın, bazı bitki ve çiçekleri yetiştirmenin ve hayvancılık yapmanın kişisel gelişimdeki yeri çok büyüktür. Ama köyler bu bilgelikten koparıldılar. Eskiden hemen hemen her köyde bulunan kadın ve erkek bilge kişiler artık bulunmaz oldu. Özellikle tarikat kültürümüzü küçük ölçekte, köy bazında temsil eden bazı kamil insanların yaşadığı köyler vardı. Çevre köylerle beraber buralarda zikirler yapılır, hayırlar yapılır, hatim merasimleri yapılırdı, mevlid ve kandil geceleri ihya edilirdi. Mevsimin uygunluğuna göre açık arazide yapılan bu tür toplantılara derviş olsun olmasın bütün halk gelirdi. Kış gecelerinde ise ya camide, ya bir evde veyahut kahvede yapılan kitap okumaları oraları irfan ocakları haline getirirdi. Yaren sohbeti olurdu. Falanca dergaha bağlı, filanca ocağa bağlı köyler vardı. Bu durum ister Sünni olsun ister Alevi olsun böylesi köylerde gelişmiş güzel adetlerdi. O tarz köylerde hiç asayiş problemi yaşanmazdı. Kuzey Ege’de böylesi bir köyde 1930’dan beri hiçbir jandarma asayiş veyahut mahkeme kaydı bulunmadığını muhtardan dinlemiştim.
Ama maalesef bir taraftan radikal laiklerin sed çekmesi ile diğer taraftan selefi ilahiyatçıların zihinleri bulandırması ile köyler artık maneviyat ve sohbet halkalarının yapıldığı ocaklar olmaktan çok uzaklaştılar. İçimizim dışımızın politika olduğu bu günlerde gözümüzden pek çok şeyi kaçırdığımız gibi köylerimizin ve de köy gençlerinin durumları pek çoğumuzun dikkatinden kaçıyor. Anadolu’da dolaştığınız zaman köy gençlerinin son zamanlarda arzettikleri görüntü beni şahsen ürkütüyor. Köy camilerine artık gelen yok. Çünkü imam efendi bir maneviyat rehberliği yapacak eğitim almamış. Elimdekilere sadece namaz kıldırsam yeter diyor. Kahve köşelerinde kumar oynanması çok yaygın. Bazı kahvehanelerde gece şifresi kırılmış yabancı kanallardan porno izleniyor. Zaten internet imkanı olan yerlerde bu kanaldan nelerin aktığını bilmeyen yoktur. Motosikleti olanlar köyün çıkışında elde bira kutuları ile alem yapıp ailecek pikniğe gelenleri rahatsız etmekteler. Bunların bir sonraki idealleri bir Şahin araba alıp onu patlak egsozla kullanmak. Kitap okuma v.b. gibi entelektüel faaliyetler hemen hemen hiç yok. Sanat ve zanaata meraklı da değiller. Bir ustanın yanına gidip bir şey öğrenmek de istemiyorlar. İzlenen filimlerin etkisi ile çeteleşmeler, mafyaya özenmeler ve tabii ki suça karışmalar arttı. Beraber içki aldığı arkadaşını hiç yoktan öldürmeler, cinsel suçlar oldukça fazla. Bu çocuklar böyle kalsın yeter ki manevi eğitim almasın diyenlere sesleniyorum. Âlemde boşluk yoktur. Yerini öyle şeyler dolduruyor ki bir gün sizi de vurur. Hasılı hep beraber yazık ediyoruz bu gençlere. Bırakın artık itişip kakışmayı. İsterseniz Köy Enstitüleri açalım isterseniz Dergah terbiyesi verelim, adına ne derseniz deyin bu gençleri doğruya ve güzele yönlendirelim.
Son seyahatimde Gökhan Maraş’ın Ahi Evran tarihi romanını (Ötüken, 2014) okuyordum. Kitaptan bir bölümü aktararak yazıma son veriyorum: “Sarı Köy’de, köy meydanındaki çeşmeye bitişik bir Ahi zâviyesi vardı. Dışarıdan Sarı Köy’e gelen ya da akşamleyin yolu buraya düşen konuklar, zâviyenin konuk evinde misafir edilirdi. Zâviyenin konukların hayvanları için ahırı, konukları için de abdesthane ve aş evi vardı. Zâviyenin konuk ışığı akşam namazından sonra yakılır, sabah namazıyla da söndürülürdü. Akşam namazından sonra Sarı Köy’e yaklaşan konuklara, bu konuk ışığı yol gösterirdi. Herkes bilirdi ki, yanan bu ışık ahi zâviyesinin konuk ışığı idi. Orada konuk olanlara zâviye çalışanları tarafından yemek ikramı da yapılırdı. Köy gençlerinden dörder kişi nöbetleşerek, her an ahi zâviyesinde bulunur, gelen konuklara yardım eder, zaviyenin ihtiyaçlarını giderirlerdi. Sarı Köylüler, gerekli zamanlarda ve kışın devamlı surette ahi zâviyesindeki odada toplanırlar, hem sohbet edilir hem de zâviyenin şeyhi tarafından kendilerine dini bilgiler, tarihi bilgiler aktarılırdı. Açıkçası Ahi zâviyeleri köylerde bir toplanma yeri haline gelmişti. Sarı Köy Ahi zâviyesinin köy çocuklarının eğitim görebileceği bir bölümü de vardı. Çocukların eğitimini ahi zâviyesinin başında yönetici bulunan [kişi] yapardı. Köyün yetişme çağındaki çocuklarına dini eğitim ve daha önce okuma yazma öğrenmemiş çocuklarına da okuma yazma öğretirdi. Köyün gençleri ve daha ileri yaşta bulunan köylüler uzun kış gecelerinde zâviyede toplanırlardı. Sarı Köy’de hiç hırsızlık olayı olmaz, kimse kimseyi rahatsız etmezdi…”
#Mahmud Erol Kılıç