GÜLMELER, AĞLAMALARDA GİZLİDİR.

GÜLMELER, AĞLAMALARDA GİZLİDİR. *

Bugün Mesnevi’den hareketle Hz. Mevlâna’nın hayatta çektiğimiz sıkıntılara ve ıstıraplara bakışını ele alacağız.

Mesnevi’nin ilk beyitlerinde anlatıldığı gibi asıl vatanından, yani ruhlar âleminden, sevgilisinden, dostlarından ayrılan insan, bu gurbet diyarında ıstıraplarla yoğrulup kemâle erdikçe, mânen tekâmül ettikçe aslına, yani o sonsuz değerler kaynağına yaklaşabilir. Bu öyle büyük bir davadır ki gerçeği idrâk edilse bütün kavgalar, çatışmalar, savaşlar onun karşısında anlamını yitirir. İnsanoğlunun yaratıcısına olan inancı ve O’na doğru katılacağı bu büyük yürüyüş, hayatın dinamizmini sağlayan en önemli faktördür.

Bunun için insanoğlu dâima nefsiyle mücâdele ederek, toplum hayatına katılıp ıstırap çekerek yücelebilir; altın ve gümüş gibi tortulardan arınabilir. Ancak insan gerek nefsinden, gerek aile fertlerinden, gerek hemcinslerinden, gerekse hayat şartlarından kaynaklanan sıkıntıları aşkla, sevgiyle, manevî güçle ve yaşam sevinciyle bertaraf edebilir.

Sıkıntılar, acılar hayatın bir gerçeğidir ama onların altında ezilmek, bedbinliğe düşmek de yoktur. “Ümitsizlik diyarına gitme, (nice) ümitler var; karanlık tarafa gitme, (nice) güneşler var.” (1/724) “Kardeş, mezarımıza defsiz gelme! Hak meclisinde gamlı olmak yakışık alır bir şey değil” [DK.683; VI,154] sözleriyle dâima ümit ve safâ yolunu işaret eden Mevlâna’ya göre sıkıntılar insanı yüceltmek, yol göstermek içindir, ezip yok etmek için değil.

Kendi hayatında, olağanüstü enerjisi, azim ve gayretiyle bizlere örnek olan bu büyük ruh ve hamle adamına göre insan, sonsuz güç ve kudret sahibi olan yaratıcının “kün” yani “ol” emrine râm olmalı, dâima gayret sarfedip hareket halinde bulunarak, her alanda iyi, doğru ve güzel işler başarıp değer kazanarak hayatın gerçek sahibine yakınlaşmaya çalışmalıdır.

Toplumsal hareketliliğin, iş hayatının ve üstün nitelik anlayışının temelinde bu düşünce vardır. Değer ifade eden ve insanı geliştiren her türlü çaba, bilgi ve tecrübeyi elde etmede kuşkusuz manevî alan, maddî alandan üstündür. Ancak O, büyük bir denge ustasıdır. Din ile dünya, madde ile mâna, parça ile bütün arasında zıtların ahengine dayanan sentezi, yani o esrarlı dengeyi, derin seziş gücüyle yakalamıştır. Şöyle söyler:

“Şu âleme baksan görürsün ki baştanbaşa savaştan ibarettir. Zerre, zerreyle âdeta dinin kâfirlerle savaşması gibi savaşır durur. (6/36) Pisler, şu pisliklerini yapadursunlar, sular da pisleri arıtmak için savaşır. Yılanlar zehir saçar, acılar bizi perişan eder ama, bal arıları, dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda baldan şeker ambarları doldurur. (6/32-34) Tabiat, iş ve söz bakımından cüzler arasındaki savaş, korkunç bir savaştır. Fakat bu âlem de o savaşla (ayakta durmaktadır).”   (6/46)

Hâsılı insan ezelî irade ve kaderle barışık şekilde bu mücâdele dünyasında “ben de varım” diyerek yerini almalı, kendisi için takdir edilen “aslını arama, aslına kavuşma misyonu”nun şuuruna varmalı, hiçbir bahane ve gerekçe ile bu yüce hedeften kopmamalıdır.

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de ve hadîs-i şeriflerde, çeşitli yollarla bu dünyada sıkıntılara muhatap olacağımız ve imtihana çekileceğimiz beyan edilmektedir. Şu da bir gerçektir ki insanı olgunlaştıran ve yücelten şey, gerek ferdî yaşamda gerekse hayat mücadelesinde çekilen ıstıraplardır. Onun için Hz. Mevlâna buyuruyor ki “Git, kendine dert ara, dert bul; dertlerden bir dert seç kendine! Çünkü bundan başka çare yoktur. Bahtın yâr olmadı diye üzülme sakın. Ancak derdin yoksa o zaman üzgünlük göster.” (Rub. 1177) “İnsana her iki cihanda da savaşmak yaraşır. Mercandan da, taştan da sıkıntı çekmek gerek. İnsan ya erkekçe, erkek kılıklı yaşamalı ya da bin türlü utanç verici hallere katlanmalı.” (Rub.1111)

Evet, yeri göğü yaratan, mahlûkâtı yoktan var eden, insanoğluna akıl nimetini, yaşama sevincini bahşeden, her şeyde farklı bir zevk tattıran; onu hiç yoktan değerli kılan yüce Allah, hikmeti gereği bütün bu nimetlere bir bedel ve karşılık istemektedir.

Bu bedel isteme, şüphesiz celâl sıfatının bir tezâhürüdür; ama asıl maksadı lûtfunun, merhametinin, cömertliğinin sembolü olan cemâl sıfatını izhâr etmektir. Lûtuf ve kahır içiçedir. Her yerde zorluk ve kolaylık vardır. Ancak O, “Rahmetim gazabımı geçmiştir” diye buyurmuştur. Mevlâna, gerek seyr ü sülûk denilen manevî yolculuk esnasında çekilen çileleri, gerekse ferdî ve içtimâî hayattaki zorlukları ve ıstırapları bu perspektifle değerlendirir; zıtların var oluş gerçeği çerçevesinde lûtuf ve kahrın zorunlu beraberliğini dile getirir.

“Feryad edeyim, çünkü feryat ve figanlar, (O’nun) hoşuna gidiyor.” (1/1774)   diyen bu büyük insanın dinmek bilmeyen yüce aşkı, zorlukları dahi iyimser bir bakışla karşılamasını getirir; der ki “O güzel yüzlü güzelin, bana etmediği bir tek lûtuf bile kalmadı; ama sana etmemiş, benim ne suçum var bunda? O güzel cefa etti diye kınamadasın; fakat dünyada cefa etmeyen güzeli kim gördü? Şeker vermediyse şeker olarak aşkı yetmez mi? Vefa etmediyse ne çıkar? Güzelliği tamamıyla vefa değil mi?” [DK.861; II,328)

Bu bakımdan O, hayatın bütün zorluklarına rağmen iyimser ve umut dolu bakışını hiç kaybetmemiş, bu aşk ve şevkle ilâhî yürüyüşünden ve istikametinden geri kalmamıştır.

Konuşmamızı yine Mesnevi’den beyitlerle bitirelim: “Kazâ ve kaderden gelen her silleye, her cefaya razı olmamız gerekir. Gönül bağdır, göz buluta benzer. Bulut ağladı mı bağ güler, neşelenir, hoş bir hale gelir. Mum gibi daima gözyaşı dökersen, onun gibi evi aydınlatmış olursun. Ananın, babanın ekşi suratı, çocuğu her zarardan korur. Ey sersem sersem gülüp duran! Gülmenin zevkini gördün, bir de şeker madeni (gibi olan) ağlamanın zevkini seyret! Gülmeler, ağlamalarda gizlidir. Ey sâf ve temiz kişi! Defineyi yıkık yerlerde ara. İbret gözünü dört aç. Sevgilinin iki gözünü de kendi gözlerine dost et. Kur’an’dan “Onlar, işleri danışarak yaparlar” ayetini oku. Sevgiliyle dost ol; nazlanarak of deme. Dostlara, sevdiklerine ulaştın mı sus, otur. O halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkışma. Peygamber (a.s.) “Bil ki karanlıkta yıldızlar nasıl yol gösterirse, dostlara da elemler, sıkıntılar denizinde öyle yol gösterirler” buyurdu. Gözünü yıldızlara dik, yol ara! Söz, bakışı bulandırır; sus, söyleme! (6/1577 vd.)

Gecenizin hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi saygıyla selâmlıyorum.

*2007 yılı Temmuz ayında Mevlâna Kültür Merkezi’nde, semâ âyini öncesinde yapılan konuşmanın metnidir.